Kaynaklar / Kur'an-ı Kerim

Kur'ân-ı Kerîm Hakkında Genel, Tanıtıcı Bilgiler - 1*

Yazının diğer dillerdeki çevirileri

Demek ki Kur’ân-ı Kerîm'i âyetler tefsir eder, hadis-i şerifler tefsir eder. "Hadis-i şerifime sarılan, Kur’ân-ı Kerîm'le bütünleşir." diyor Peygamber Efendimiz. Burada müjdeyi veriyor. Hadis-i şerife sarılan, onu anlayan ve onu uygulayan Kur’ân-ı Kerîm'le bütünleşir.

Prof. Dr. M. Es’ad Coşan (Rh.a)

Allahu Teâlâ hazretleri cümlemizi, enbiya ve evliyasının, hassaten habîb-i kibriyâsı Muhammed Mustafa'sının iltifat ve şefaatlerine, te'yîdat ve himmetlerine nail ve mazhar buyursun, sevgili kardeşlerim!

Âmîn bi hürmeti’smihi’l-a'zâm ve nebiyyihi’l-ekrem, sallallâhu aleyhi ve âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi-ihsân ve selleme teslîmen kesîrâ...

Güzel vesilelerle bu günden, şu saatten itibaren Kur’ân-ı Kerîm'in meal ve mana-yı münîfi, tefsiri ve açıklamaları üzerine sohbetler yapmaya karar vermiş bulunuyoruz. Allahu Teâlâ hazretleri tevfîkini refîk eylesin, yardım eylesin. Fâtiha'dan başlayarak intizamlı bir şekilde, âyet atlamadan, sonuna kadar Kur’ân-ı Kerîm'i böyle anlatmayı temenni ediyoruz; Cenâb-ı Mevlâmız itmâmını nasib ü müyesser eylesin...

Kur’ân-ı Kerîm'in önemi ve değeri tarif edilemeyecek kadar büyüktür. Bu hususta selef-i salihînimiz, büyük âlimlerimiz pek çok eser telif eylemişlerdir, Kur’ân-ı Kerîm'in faziletini anlatan ciltlerle kitaplar yazılmıştır.

Kur’ân-ı Kerîm, âlemlerin Rabbi Allahu Teâlâ'nın hak kelâmıdır ve biz Müslümanlara en muazzam lûtfu ve ikramıdır. Çok büyük bir nimettir Kur’ân-ı Kerîm. Cebrail'in indirdiği, Cenâb-ı Hak katından Muhammed Mustafa’sına inzal eylediği en mukaddes kitabı, insanlığa tahrifat ve tezvirâttan korunmuş en sonuncu ve en sağlam hitabıdır. Allah kelâmıdır, en sonuncu ilâhî kitaptır. Bozulmamış ilâhî kitaptır, tahrifata uğramamıştır, bir harfi bile değişmemiştir. En sağlam hüccettir bizler için...

Onda bizden önceki ümmetlerin halleri, kıssaları, hikâyeleri; bizden sonra dünyanın ve insanlığın başına geleceklerin, ahiretin, olacak olanların haberi vardır. Hangi dinin, inancın, dünyadaki hangi kavmin ne kusuru olduğu, Allah katında makbul ve doğru inancın nasıl olması gerektiği onda belirtilmiştir. O bakımdan insanlığın kurtarıcısıdır.

O, cennetin nasıl kazanılacağını, cehennemden nasıl kurtulunacağını kesin çizgilerle beyan eder. Allahu Teâlâ hazretleri, onu terk edenin kemiklerini kırar, belini kırar. Doğru yolu onun dışında arayanı, bu küstahlığından dolayı dalalete dûçar eder. Onu rehber edineni de cennete götürür. Ona sırt çevireni, cehenneme düşürür.

O, Allah'ın habl-i metîni, nûr-ı mübîni, zikr-i hakîmi ve sırât-ı müstakîmidir. Bu kelimeler hadis-i şeriflerden alınmıştır. Habl-i metîn, kuvvetli ip demek. Yani çukura düşmüş bir insanın sarılıp da oradan çıkartılmasına, kuyuya düşmüş bir insanın çıkartılmasına sebep olan kuvvetli bir ip gibi. Nûr-ı mübîni, ortalığı aydınlatan nurudur. Zikr-i hakîmi, hikmet dolu zikridir. Ve sırât-ı müstakîmidir yani Kur’ân yolu, Allah'ın doğru yoludur.

Kur’ân-ı Kerîm zenginliktir, hazinedir. Rehber ve kılavuzdur. Deva ve şifadır. Şefaati makbul bir şefaatçidir. Allah katında yerler ve göklerden ve onların içindeki tüm varlıklardan daha sevgili, daha sevimlidir Kur’ân-ı Kerîm. O hidayet güneşidir, kurtuluş vesilesidir. O başlara taç, dertlilere ilâçtır. Gözlere nur, gönüllere sürurdur.

Onu öğrenen, öğreten, ahkâmını uygulayan kimseyi bizzat Resûl-i Ekrem ve Nebiy-yi Muhterem (sav) hazretleri elinden tutup, ona delil olup cennete sevk edecektir. Hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz bizzat kendisi böyle vaat etmiştir. İslâm'ın korunması, imanın ve itikadın sapıtmaması, fikirlerin darmadağın dağılmaması ondandır, onunladır, insanlar ona sarıldığı zamandır.

Onu bilen ileriye gider, maddeten ve mânen yüksek derecelere ulaşır. Onu uygulayan Allah'ın rızasına erer, büyük mükâfatlar kazanır. Onunla hükmeden adaletle hükmetmiş olur. Adalet işlemiş olur. Ona sımsıkı sarılan fitnelerden korunur ve kurtulur. Onda derinleşen, ulûm-ı evvelîn ve âhîrîne kavuşur.

Onunla ilgili bizzat Peygamber (sav) Efendimiz'den pek çok hadis-i şerif rivayet edilmiştir. İlk önce bu hadis-i şeriflerle Kur’ân-ı Kerîm'in fezâilini size ifade etmek istiyorum. Hadis-i şerifleri izah ederek, böylece hadis dersleri yaparak Kur’ân-ı Kerîm derslerine geçerken hadis-i şerifleri köprü, aracı ve vesile yapmış oluyoruz.

Peygamber (sav) bir hadis-i şerifinde buyuruyor ki: 

İnnî târikün fîküm es-sakaleyn, kitâballah, azze ve celle ve -muhtemelen bir cümle arada ve- ıtretî' men etbeahû kâne ale’l-hüdâ ve men terekehû kâne ale’d-dalâleh.

Bu hadis-i şerifi ve benzerlerinin farklı kelimelerini de izah ederek açıklayacağım. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: 

İnnî târikün fîküm es-sakaleyn,  Kitâballah azze ve celle ve ıtretî. “Ben, benden sonra sizin aranıza bırakıyorum…” Burada sakaleyn, “Yâ eyyühe’s-sakaleyn! Ey insanlar ve cinler!" manasına gelir diye izah etmiş bazı âlimler. Bazıları da sakaleyn, birisi Kur’ân-ı Kerîm, birisi de ıtretî yani ehl-i beytim manasına gelir, diye tefsir etmişler. Bu sakaleyn, eğer ikinci manaya ise, bırakılan şeylerden bir tanesi Kitâbullah, Azîz ve Celîl olan, âlemlerin Rabbi olan Allah'ın kitabı. “Onu bırakıyorum size. Onlar, âyetler vahyedilmiş, tespit edilmiş. Ben ahirete göçüyorum ama onlar sizin aranızda kalıyor. Itretim de (ehli beyt) benim evimin ahalisidir, sülalemdir, evlatlarımdır.” 

Men tebiahû kâne ale’l-hüdâ ve men terekehû kâne ale’d-dalâleh. Burdaki hû zamiri, Kur’ân-ı Kerîm'e gidiyor. “Kim Kur’ân-ı Kerîm'e tâbi olursa  hidayet üzere olur, doğru yol üzere olur. Hidayet yolundan ayrılmamış olur. Kim Kur'ân'ı terk ederse dalalet üzerine olur.”

Bu manaya yakın başka hadis-i şerifler de var. Mesela, İnnî ûşikü en ud'â feucîb, diye başlayan bir hadis-i şerif var. Buyuruyor ki Peygamber Efendimiz: 

“Yakın bir zamanda, ben Allah tarafından ahirete davet olunacağım ve o davete icabet edeceğim. Yani, aranızdan ayrılacağım, ahirete irtihal edeceğim.”

Ve innî târikün fîküm es-sakaleyn. “Ve ben sizin aranıza sakaleyn, ey insanlar ve cinler yahut sakaleyn diye iki şey bırakıyorum. Bunlardan birisi Allah'ın kitabıdır.” 

Ve ıtretî. “İtretim de (ehli beyt) benim evimin ahalisidir, sülalemdir, evlatlarımdır.” 

Kitabullâhi hablün memdûdün mines-semâi ilel-ard. “Allah'ın kitabı, sanki semadan yeryüzüne sarkıtılmış uzun bir kurtuluş ipi gibidir.” 

Ve innel-latîfel-hâbîra habberanî ennehumâ len yefterikâ hattâ yeridâ aleyyel-havd. “Lâtîf ve Habîr olan, her şeyi bilen Allahu Teâlâ hazretleri haber verdi ki, Havz-ı Kevser'in başında bana kavuşacakları zamana kadar bu ikisi birbirinden asla ayrılmayacaklar, ayrı düşmeyecekler.” Yani Kur’ân-ı Kerîm'le benim ehl-i beytim beraber olacak, ayrı düşmeyecekler. 

Fanzûrû keyfe tahlüfûnî fîhimâ. “Bakın, kendinize dikkat edin! Benim geride bıraktığım bu iki güzel, kıymetli şey hususunda arkamdan neler yapacağınıza bakın!” Yani hata etmeyin, Kur'ân'a ve ehl-i beytime sımsıkı sarılın!

Başka bir hadis-i şerif:

Terektü fîküm mâ len tedillû ba'dî ini'tesamtüm bih kitâballah ve itretî. “Ben ahirete göçmeden evvel sizin aranıza, eğer ona sımsıkı sarılırsanız, asla dalalete düşmeyeceğiniz şeyler bıraktım: Allah'ın kitabı ve ıtretim. Benim ıtretim, ehl-i beytimdir.”

Bu hadis-i şerifi, Hatib-i Bağdâdî, Câbir (ra) tarafından rivayet etmiş. Bundan önceki hadis-i şerifleri Ahmed ibn-i Hanbel, İbn-i Abdil-Ber, İbn-i Sa'd ve diğer kaynaklar Ebû Said el-Hudrî hazretlerinden rivayet etmişler. Aynı manayı ifade eden bir tanesini daha okuyayım.

Kitâbullahi ve sünnetî len yeteferraka -bir [başka] rivayette de lem yefterikâ- hatta yeridâ aleyye’l-havd.

Ebû Hureyre (ra)'den rivayet edilmiş: "Allah'ın kitabıyla benim sünnetim ayrılmayacaklar birbirlerinden. Birbirlerinden farklılaşmayacaklar, bana havzın başında kavuşuncaya kadar..."

Burada sünnetî kelimesi kullanılmış. Itretî, sünnetim manasına da gelebilir. Ehl-i beytim demek olursa; Peygamber (sav) Efendimiz'in sülâle-i tâhiresinden, hep Allah'ın mübarek kulları gelecek, onlar Kur’ân-ı Kerîm'i anlatan, Kur'ân'dan ayrılmayan, dinin güzelliklerini, özelliklerini dosdoğru anlatan insanlar olacak, demek olur.

Demek ki Peygamber Efendimiz ahirete irtihal ettikten sonra, bizim sarılacağımız şeylerden birisi Kur’ân-ı Kerîm'dir. Peygamber Efendimiz, "Buna sımsıkı sarılın!" diye hararetle tavsiye etmiş. Kur’ân-ı Kerîm'e sarılmamız, onun mealini, tefsirini, ahkâmını öğrenmemiz gerektiğini gösteren hadis-i şeriflerden olduğu için okumuş oldum.

Bir başka hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: 

Men karae’l-Kur'âne fehafizahû ve’stazherahû ve ehalle halâlehû ve harrama harâmehû edhalahullâhü’l-cennete ve şeffeahû fî aşretin min ehli beytihî küllühüm kad istevceben-nâr. 

Bu Tirmizî'de, İbn-i Mâce'de, İbn-i Asâkir'de, İbn-i Adiy'de Hazreti Ali Efendimiz'den; Hâtib-i Bağdâdî'de de Hazreti Aişe validemizden rivayet edilmiş. Bu hadis-i şerif Kur'ân'ı metheden hadislerden, okumak istediğim hadislerden birisi. Mana-yı münîfi, meâl-i şerifi şöyle:

“Kim Kur’ân-ı Kerîm'i okuduysa  ve onu hıfzettiyse yani ezberlediyse yahut ahkâmını bellediyse, onu ortaya koyduysa...” Ortaya koymaktan maksat, uygulamak demek. Zuhura getirdiyse, yani uyguladıysa… Zahr kelimesi insanın sırtı manasınadır, yani sırtına yüklendiyse, onun ahkâmını kabul edip, sırtına alıp, ben bunları taşıyacağım, dediyse -uygulamak manasına her ikisi de- “Kur’ân'ın içinde helal denilen şeyleri helal bellediyse,  haram denilen şeyleri haram bellediyse, helallerden nimetlendi, istifade etti ve haramlardan kaçındıysa; Allah onu cennete dâhil eder, sokar; böyle Kur’ân'a sarıldığı, onu hıfzettiği ve uyguladığı için.  Ailesi etrafından on kişi hakkında ona şefaat salahiyeti, hakkı verir.  Ehl-i beytinden hepsi cehennemi hak etmiş olan on kişiyi cehenneme düşmekten bu Kur'ân ehli kurtarır.” 

Cehenneme girecekken Allahu Teâlâ hazretlerine niyaz edince,  Allahu Teâlâ hazretleri,  'Sen ehl-i Kur'ânsın' diye o cehenneme düşecek olanları onun şefaatiyle kurtarır.

Şimdi buradan ne anlıyoruz? Hiç olmazsa çocuklarımızdan hıfzı kuvvetli olan, Kur’ân öğrenebilecek olan bir tane, iki tanesini din ilmine, Kur’ân ilmine ayırmamız lâzım! Ben bazı kardeşleri, bazı talebelerimi, hoca talebelerimi hatırlıyorum. Çocuklarının hepsini, kız-erkek hafız yaptılar. Ne mutlu onlara!

Diğer bir hadis-i şerif: 

Elâ men tealleme’l-Kur'âne ve allemehû ve alime mâ fîhi fe ene lehû sâikun ve delîlün illel-cenneh. 

Bu da İbn-i Asâkir'in Enes (ra)’den rivayet etmiş olduğu bir hadis-i şerif:

"Dikkat ediniz, uyanınız ki kim Kur’ân-ı Kerîm'i teallüm ederse, öğrenirse ve öğrendiğini başkalarına nakleder, öğretirse ve Kur’ân-ı Kerîm'in içindeki ahkâmı öğrenir, dini öğrenirse  ben onun cennete sevk edicisiyim, deliliyim.”

Yani, onu, tutacağım elinden, cennete götüreceğim, cennetin yolunda kılavuzluk edeceğim ve cennete ulaştıracağım! Bu da yukarıdaki hadis-i şerifle beraber ehl-i Kur'ân'ın cennetlik olacağını gösteren hadis-i şeriflerden. Diğer bir hadis-i şerifte Peygamber (sav) Efendimiz Kur’ân-ı Kerîm için buyuruyor ki: 

El-Kur'ânu gınen lâ fakra ba'dehû ve lâ gınen dûnehû

Enes (ra)'den Hatib-i Bağdâdî, Taberânî ve diğer kaynaklar, İbn-i Abdil-Berr rivayet etmişler.

 "Kur’ân-ı Kerîm zenginliktir. Onu elde ettikten sonra, onun sahibine fakirlik yoktur. Yani maddeten, mânen o çok ağniyâdan, zenginlerden olur. O olmadığı zaman da, insanın zenginliği yoktur.” 

Maddî zenginliğin önemi yok. Kur'ân'ı bilmiyorsa bir insan, o zengin değil demektir, fakir demektir. Demek ki Kur’ân-ı Kerîm maddeten ve mânen zenginliktir.

Ebû Nasr ve’l-Kudâî’nin, Ali (radıyallahu anh ve kerremallâhu vecheh) Efendimiz'den rivayet eylediği bir diğer hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır: 

 El-Kur'ânü hüve’d-devâ. 

"Kur’ân-ı Kerîm devânın ta kendisidir, şifanın ta kendisidir."

Bu şifa fikrî hastalıklara, itikâdî hastalıklara, kalbî, manevî hastalıklara şifa olduğu gibi, Kur’ân-ı Kerîm sûreleri, âyetleri okunduğu zaman -çünkü âyetleri hakikatleri ispat ediyor, yanlış fikirlere, günahlara sahip olan insanları doğru yola çekiyor- maddeten de hasta olan insanların maddî hastalıklarına şifadır.

Bunun İslâm tarihinde ve günümüzde pek çok misalleri vardır. Sırf Yâsin okunduğu için, kırk bir Yâsin, beş yüz Yâsin okunduğu için yıllardır çoluk çocuğu olmayan zürriyetsiz insanlar, kısır insanlar, çoluk çocuk sahibi oluyor. Doktorların ümit kestiği hastalar, ölüme götürücü hastalığa tutulmuş insanlar şifa buluyor. Kolu bacağı kesilecek insanlar şifa buluyor. Yani Kur’ân-ı Kerîm'in maddî bakımdan da manevî bakımdan da şifa, ilâç ve deva olduğu ispatlanmış, denenmiş, görülmüş bir husustur.

Diğer bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: 

El-Kur'ânu şâfiun müşeffaun ve mâhilun musaddakun men cealehû emâmehû kâdehû ile’l-cenneh ve men cealehû halfe zahrihî sâkahû ilen-nâr.

Taberânî, Hulvânî, İbn-i Mes'ud (ra)'dan; İbn-i Hibban ve diğer kaynaklar da Câbir (ra)'den rivayet etmişler:

"Kur’ân-ı Kerîm şefaatçidir. Ama nasıl şefaatçi? Şefaati kabul olunan, şefaat ettiği zaman şefaatine itibar edilen, şefaati kabul buyrulan bir şefaatçidir. Kur’ân-ı Kerîm şefaat edecek. Ve söylediği sözleri tasdik edilen, sözü muteber bir varlıktır. Kim Kur’ân-ı Kerîm'i önüne alır yani kendisine rehber edinir, Kur’ân-ı Kerîm'in ardından giderse Kur’ân-ı Kerîm onu peşinden sürükler, kılavuzluk eder, cennete götürür. Kim onu sırtının arkasına koyarsa, arka tarafına atarsa yani Kur’ân'a sırt çevirirse, yani Kur’ân-ı Kerîm'i öğrenmez, dinlemez, anlamazsa, Kur’ân üzerinde çalışmazsa; o zaman, Kur’ân-ı Kerîm onu cehenneme iter, cehenneme sevk eder. Kur’ân-ı Kerîm'e sırt döndüğü için, o kişi cehenneme düşer."

Diğer bir hadis-i şerifte Peygamber (sav) Efendimiz Ebû Hureyre (ra)'den Ebû Nuaym El-İsfahânî'nin rivayet ettiğine göre Kur’ân-ı Kerîm'i şöyle metheylemiş:

Ni'me’ş-şefîü’l-Kur'ânu lisâhibihî yevmel-kıyâmeh, yekûlu: Yâ Rabbî ekrimhü! Feyülbesü tâcü’l-kerâmeh, sümme yekûlü: Yâ Rabbî zidhu! Feyüksâ kisvete’l-kerâmeh, sümme yekûlü: Yâ Rabbî zidhu irda anhu! Feleyse ba'de rıdallâhi şey'.

Güzel memnun olacağınız bir müjde var burada. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: 

 "Kur’ân-ı Kerîm Kur’ân ehline, Kur’ân'a sahip olan insana, kıyamet gününde ne kadar güzel, ne kadar uygun bir şefaatçidir!" Nasıl şefaat edeceğini bildiriyor:

“Kur’ân-ı Kerîm, ehl-i Kur’ân olan, kendisini öğrenmiş olan, ezberlemiş olan sahibini, arkadaşını Allah'ın huzuruna çekerken, 'Yâ Rabbî, bu kuluna ikram eyle!' [der]. Bunun üzerine Allahu Teâlâ hazretleri o Kur’ân ehli olan zâta, o insana, o kişiye, âdemoğluna, Kur'ân'ın şefaati üzerine keramet tacı giydirir. O kişinin başına keramet tacı giydirilir ahirette. Sonra Kur’ân-ı Kerîm Allahu Teâlâ hazretlerine yalvarmaya, niyaz etmeye devam eder: ‘Yâ Rabbî, daha çok mükâfat ver! Mükâfatını daha da arttır yâ Rabbî! İkram yönünden, mükâfatça onu daha da ziyade eyle yâ Rabbî!' diye tekrar rica eder. Ve bu zâtın eynine, sırtına keramet elbisesi giydirilir. Başına keramet tacı takılır, eynine, sırtına da keramet hırkası, elbisesi giydirilir. Sonra Kur’ân-ı Kerîm gene durmaz, şefaat etmeye, niyaz etmeye devam eder, der ki: ‘Yâ Rabbî arttır ikramını bu kuluna, arttır yâ Rabbî! Bu kulundan razı ol yâ Rabbî!’ der.”

Peygamber Efendimiz sonunda diyor ki: "Allah o kulundan razı olur.” Allah'ın razı olmasının ötesinde daha büyük mükâfat olmaz. Allah kulundan razı oldu mu, ne mutlu o kula! Çünkü en yüksek mükâfatı almış olur.

İşte ne kadar güzel şefaatçidir Kur’ân-ı Kerîm! O halde Kur’ân-ı Kerîm'e sımsıkı sarılalım. Orda, kütüphanemizin rafında duruyor. Öpüp başımıza koyalım ve Kur’ân-ı Kerîm'e çok çalışalım!

Diğer bir hadis-i şerife devam ediyorum. Bu hadis-i şerifler şevkimizi arttırsın, gözümüzden perdeleri kaldırsın da Kur’ân-ı Kerîm'e daha iyi sarılalım diye sevgili kardeşlerim:

Ebşirû e leyse teşhedûne en lâ ilâhe illallah ve ennî Resûlüllah, feinne hâze’l-Kur'âne sebebun tarafuhû bi-yedillâhi ve tarafuhû bi-eydîküm fetemessekû bihî feinneküm len tadillû ve len tehlekû. 

Bu da birçok kaynaklarda mevcut. Buyurmuş ki Peygamber Efendimiz: 

"Müjdelenin, müjdeler olsun size, ne mutlu size! Siz Allah'tan başka tanrı, ma'bud, ilâh olmadığına şehadet eden kişiler değil misiniz? Benim onun Resûlü olduğuma şehadet eden kimseler değil misiniz? Buna inanan insanlarsınız. İşte size müjdeler olsun ki,  bu Kur’ân-ı Kerîm bir iptir; bir ucu Allahu Teâlâ hazretlerinin yed-i kudretinde, elinde o ipin, bir ucu da sizlerin elinde..."

Sebep, Arapçada ip demek. Kazıklar arasına gerilen ipe sebep derler, kazıklara da veted derler. Asıl manası, yani Bedevî lisanında ip demek.

"Kur’ân-ı Kerîm bir ip gibidir, bir ucu Allahu Teâlâ hazretlerinin elinde, bir ucu sizlerin elinde. O halde Kur’ân-ı Kerîm'e sımsıkı yapışınız. Böyle yaparsanız dalalete düşmezsiniz ve helak olmazsınız."

Peygamber (sav) Efendimiz, Kur’ân'a, ipe sarılır gibi, kurtuluş ipine sarılır gibi sımsıkı sarılmayı tavsiye buyuruyor.

İki hadis-i şerif daha okumak istiyorum. Fazilet-i Kur’ân üzerine, fazâil-i Kur’ân üzerine çok kitaplar yazılmıştır. Âlimler çok güzel deliller göstermişlerdir. Benim seçtiklerim bunlara bir numune olsun diye... El-Hakîm ibn-i Ümeyr'den Ebû Nuaym'ın rivayet ettiği bir hadis-i şerifinde Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:

El-Kur'ânu sa'bun müstas’abun alâ men kerihehû ve müyesserun alâ men tebiahû ve hüve’l-hakem ve hadîsî sa'bun müstas’abun ve hüvel-hakem; femeni’stemseke bi-hadîsî ve fehimehû ve hafizehû câmea’l-Kur'ân ve men tehâvene bi’l-Kur'ân ve bi-hadîsî hasire’d-dünya ve’l-âhireh.

El-Kur'ânu sa'bun, diyor Peygamber Efendimiz: "Kur’ân-ı Kerîm zordur, (müstas’abun) yani zor gelen, zor bulunan, aslında öyle olmadığı halde zor olduğu hissedilen, anlayışı zor olan bir varlıktır Kur’ân." Ama kime karşı?

Alâ men kerihehû. "Onu sevmeyen, onu istemeyen kimseye karşı zordur. Anlatmaz, anlattırmaz kendisini. Sevmeyen insan Kur’ân'ı anlayamaz, Kur’ân-ı Kerîm ona açılmaz.”

Ve müyesserun alâ men tebiahû. “Kendisine tâbi olana da Kur’ân-ı Kerîm kolaylaştırılır,  manası açılır önünde, manzaralar görülür, manalar gönlüne doğar ve anlar. İnanmayan anlamaz, inanana açılır ve kolaylaştırılır.” 

Ve hüvel-hakem. “Ve Kur’ân-ı Kerîm hâkimdir, hükmedicidir, Hak ile bâtılın arasında hâkimdir; kişinin değerinin mahkeme-i kübrâda kararlaştırılmasında da hakemdir."

Ve hadîsî sa'bun müstas’abun. Kur’ân-ı Kerîm'in böyle olduğunu duyurduktan sonra Peygamber Efendimiz, “Benim sözlerim, hadis-i şeriflerim de zordur, zor gelir insanlara, zor gibi görünür.” buyuruyor. İstemeyene zor gelir, demiyor, isteyene kolaylaştırılır, demiyor ama aynı manayı burada da düşünebiliriz. Sevmeyen insanlara anlaşılmaz gelir, birbirine zıt gibi gelir ama ona tâbi olanlara manaları açılır, inceliklerini onu seven insanlar sezerler.

Ve hüvel-hakem. “Kur’ân-ı Kerîm gibi hadis-i şerifler de hâkimdir, hakemdir. İnsanın ahirette mükâfatının veya cezasının verilmesinde göz önünde bulundurulacaktır." Kur’ân'a uyan, sünnete uyan necat bulacaktır, ötekiler helak olacaktır. O bakımdan hakemdir. Hadis-i şerifler de hakemdir, Kur’ân-ı Kerîm de hakemdir. 

Femeni’stemseke bi hadîsî ve fehimehû ve hafizahû câmea’l-Kur'ân. “Kim benim hadis-i şerifime sımsıkı sarılır, bunu anlar ve hadisimi hıfzederse,  Kur’ân-ı Kerîm’le bütünleşir, Kur’ân-ı Kerîm’e kavuşur, onunla birleşir." Buradaki hıfzdan maksat, "Ahkâmına riayet ederse, sünnetime riayet ederse…” demektir. Yani Kur’ân-ı Kerîm'i anlamanın yolu, Kur’ân-ı Kerîm ehli olmanın yolu, Kur’ân-ı Kerîm'in manalarının manevî bakımdan bir insana açılmasının yolu, Peygamber Efendimiz'in sünnetini öğrenmesi, tanıması, sevmesi ve sünnetine riayet etmesidir. Bu da bizim yolumuzun güzel olduğunu gösteriyor. Evliyaullah büyüklerimizin güzel yol gösterdiğini gösteriyor. Bizi terbiye etmek için hadis kitapları telif etmişler, "Bunları okuyun!" demişler. Bizim dergâhımızda Râmuzü’l-Ehâdis okunuyor. Tabii bunları okuyunca insan Kur’ân-ı Kerîm'le de bütünleşecek, Kur’ân-ı Kerîm'i de güzel anlaması mümkün olacak.

Çünkü kalbinde eğrilik olan, hastalık olan insanlar Kur’ân-ı Kerîm'in bazı âyetlerine, özellikle müteşâbih âyetlere yanaşıp, onları kendi keyiflerine göre te'vil edip, ondan sonra dalalete düşmüşlerdir. Misal olsun diye söylüyorum. Mesela, Va'büd Rabbeke hattâ ye'tiyekel-yakîn. "Sana yakîn gelinceye kadar Rabbine ibadet et!" diye emrediliyor Kur’ân-ı Kerîm'de. Yakîn iki manaya geliyor. Tabii lûgatten açılırsa bir kelimenin pek çok manası olur. Bizim Avrupalı bir profesörümüz vardı üniversitedeyken, "Talebe dil öğrenirken, yabancı dilden bir metni çözdüğü zaman lûgate bakar. Lûgatte beş altı, sekiz on, üç beş mana görür ve en yanlışını seçer." derdi.

Va'büd Rabbeke hattâ ye'tiyeke’l-yakîn.1 "Sana yakîn gelinceye kadar Rabbine ibadet et!"

Yakînin bir manası şeksiz, tereddütsüz, şüphesiz inanç ve kanaat demek. "Sana bu inanç, kanaat gelinceye kadar ibadet et, ondan sonra ibadeti bırak!" manasını çıkarmış bazı zındıklar; namazı, niyazı, orucu, haccı terk etmeye kalkışmışlar.

Halbuki Kur’ân-ı Kerîm bazen, başka âyetlerinden bu âyetinin anlaşılmasına malzeme verir, işaret verir. Kur’ân âyetlerini, bazı diğer Kur’ân âyetleri tefsir eder. Öbür âyetlerde Allah hem, "Namaz kılın, oruç tutun, ibadet edin!" diyor, hem de "İyi bir Müslüman olunca, yakîn gelince ibadeti bırak!" der mi? Demez.

O zaman yakînin bir başka manası var. Evet, o manayı bir başka âyet-i kerimede görüyoruz. Kur’ân-ı Kerîm'de bildiriliyor ki: Kâfirler cehenneme atıldıkları zaman, melekler onlara, "Siz ne yaptınız da buraya düştünüz, size peygamber gelmedi mi, Kur’ân gelmedi mi, size bu cehennemin varlığı hiç bildirilmedi mi? Ne şaşkınlık ettiniz de buraya düştünüz?" diye sordukları zaman, o kâfirler, cehennemde cayır cayır yananlar diyecekler ki: "Peygamberler bize geldi, bize bunları anlattı, biz onları reddettik. Biz onları tekzip ettik. Hattâ etâne’l-yakîn. “Nihayet bize yakîn geldi, yani hayat bitti, öldük gittik. Onun için böyle cehenneme düştük."

Bu âyetten de görüldüğü gibi yakîn, herkesin başına geleceği kesin olduğu için, ölümün adıdır. Yani yakîn kelimesinin bir manası da ölümdür. "Ölümün gelinceye kadar ibadet et!" demek. Ama onu anlamıyor.

Demek ki Kur’ân-ı Kerîm'i âyetler tefsir eder, hadis-i şerifler tefsir eder. "Hadis-i şerifime sarılan, Kur’ân-ı Kerîm'le bütünleşir." diyor Peygamber Efendimiz. Burada müjdeyi veriyor. Hadis-i şerife sarılan, onu anlayan ve onu uygulayan Kur’ân-ı Kerîm'le bütünleşir.

Ve men tehâvene bi’l-Kur'âni ve bi-hadisî hasired-dünya vel-âhireh. "Kim Kur’ân-ı Kerîm'i hafife alır, önemsemezse,  benim hadis-i şeriflerime değer vermez, onları hafife alırsa, Kur’ân-ı Kerîm'i hafife alırsa, dünyada da ahirette de hüsrana uğrar; dünyası, ahireti ziyan dolar, iki cihanda hüsrana uğrayan, zarar eden, ceza çeken kişi olur." diyor Peygamber (sav).

Demek ki, "Kur’ân-ı Kerîm Allah'ın sevgili, mübarek kullarına kolaydır; sünnet-i seniyyeye uyan, hadis-i şerifleri bilen kullarına kolaydır. Ama istemeyen, sevmeyen, hafife alan kimselere Allah manalarını açtırmaz, anlattırmaz, kalbine imanı verdirmez. Böylece onlar Kur’ân-ı Kerîm’i anlayamazlar, sevemezler, dünya ve ahiretleri harap olur." diye bildiriyor.

Bugünkü sohbetimi şu hadis-i şerifi okuyarak bitirmek istiyorum. Peygamber Efendimiz, Ebû Nuaym el-İsfahânî'nin İbn-i Amr'dan -herhalde Abdullah ibn-i Amr ibn al-Âs (ra) olmalı- rivayet ettiğine göre buyurmuş ki: 

El-Kur'ânu ehabbu ilallâhi mine’s-semâvâti ve’l-ardi ve men fîhinne. "Kur’ân-ı Kerîm Allahu Teâlâ hazretlerine göklerden, yerden ve göklerdeki, yerlerdeki bütün varlıklardan, zenginliklerden, nimetlerden, her şeyden daha sevimli ve sevgilidir.”

O halde Allahu Teâlâ hazretlerine göklerden ve yerden ve bunların içinde olan bütün varlıklardan daha sevimli olan, en sevimli varlık olan Kur’ân-ı Kerîm'e, inşaallah bundan sonra daha çok değer vereceğiz.

Allahu Teâlâ hazretleri lûtfeylesin, yardım eylesin, tevfîkini refîk eylesin... Manasını anlamayı nasip eylesin... Doğru ve güzel söylemeyi, açıklamayı, tefsir etmeyi nasip eylesin... Söyleyeni de, dinleyenleri de büyük sevaplara mazhar eylesin; cennetiyle, cemaliyle müşerref eylesin...


* Akra Fm, 29.09.1998 tarihli sohbeti.

1. Hicr, 15/99.

Makale “Kur'ân-ı Kerîm Hakkında Genel, Tanıtıcı Bilgiler - 1” Prof. Dr. M. Es’ad Coşan (Rh.a.)