Kaynaklar / İslam Büyükleri

Muhammed Zahid el-Kevserî*

Yazının diğer dillerdeki çevirileri

Muhammed Zahid el-Kevserî hazretlerinin taassupsuz bir anlayışı vardır; meseleyi alıyor, mukabil delilleri inceliyor, sonuca varıyor. Bu da ilim adamında bulunması gereken çok önemli bir vasıftır. Sağlam bir akıl ve muhakemesi var. Sağlam bir ilim usûlüne sahip. İlimde metot çok önemlidir. Çok kuvvetli bir lisan meziyeti var. Ana lisanı başka, yetiştiği lisan başka, yazı yazdığı lisan başka... Büyük bir alim.

Prof. Dr. M. Es'ad Coşan (Rh.a.)

Açılış Konuşması

Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn.

Vesselâtü vesselâmü alâ hayri halkihî Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn. Ve men tebiahû bi ihsânin ilâ yevmiddîn.

Emmâ ba’d,

Aziz ve kıymetli kardeşlerim.

Zahid el-Kevserî Sempozyumumuz’a hoş geldiniz. Bu Sempoz­yum Düzce için çok büyük önem arz eden bir kültür çalışmasıdır. Birçok bakımdan ehemmiyeti haizdir. Bizim en büyük varlığımız imanımızdır, imanımızı korumaktır, yetiştirdiğimiz nesillere aşılamak, insanların Cenâb-ı Hakk’ın rızası yolunda yürümesini sağlamak, hepimizin müslüman olarak en başta gelen görevidir. İmanımızın korunması hakiki imana, tahkikî imana erişmek bir eğitim sonucundadır. Bu eğitime İslam’da tasavvuf ilmi, tasavvuf yolu denmektedir, insanı mârifetullaha erdiren, Allahu Teâlâ hazretlerinin sevdiği kul eden, Allahu Teâlâ hazretlerinin sevdiği tarzda yaşamanın yolunu öğreten, amellerin kabul olması için insanın hayatı boyunca faaliyetlerinin Allah’ın rızası için seçilmesi ve îfâ edilmesi için tasavvufî eğitim son derece zaruri bir eğitimdir. Hepimizin bu eğitimden geçmesi lazımdır. Cemiyetin en üst tabakasındaki insanların sorumluluğu yüksek olduğu için onlardan başlayarak; padişahlardan, reis-i cumhurlardan, devlet başkanlarından yöneticilerden başlayarak halkın fertlerine kadar bu eğitim içinde yoğrulmuş, yetişmiş olmak güzel sonuçlar almak için, dünya ve âhiret saadetine ermek için, toplumun başarısı için şarttır. Asırlar boyu bu hizmet tasavvuf yolunun büyük kahramanları tarafından yürütülmüştür. O kahramanlar, mübarek insanlar, Allah’ın sevgili kulları ümmet, millet ve insanlar için en güzel tarzda en faydalı olarak; yolları en hasbî en halis duygularla çalışarak halka göstermişlerdir. Onun için bizim milletimiz halkımız arifdir, zarifdir, edeblidir, misafirperverdir, cömerttir, fedakârdır; başkaları için iyilik yapmayı, kazancını hayra sarfetmeyi hayatının amacı bilmiştir. İcabında imanı, mukaddesatı için seve seve canını verecek kimseler olmuşlardır. Bu insanların yetişmesinde ve çilekeş ümmetimizin yönlendirilmesinde, mücadelesinde, mücâhedesinde tasavvuf büyükleri önder olmuşlardır.

Sevdiğimiz en yakın misallerden birisi Kafkasya’nın kahramanlarından Şeyh Şamil hazretleridir. Onun gibi aynı mübarek yolun yolcuları çok büyük zâtlar İslam coğrafyasının her yanına dağılarak İslâm ve müslümanların dünya ve âhiretteki şeref, huzur, saadet ve selametleri için her çeşit güzel çalışmaları yapmışlardır. Bunların arasında Muhammed Zahid el-Kevserî hazretlerinin de; Düzce’nin evladından, Düzce’nin medâr-ı iftihârı mübarek alimlerden biri olan Zahid el-Kevserî’nin de mühim bir yeri vardır. Bu ehemmiyeti sempozyumdaki konuşmalarda ortaya çıkacaktır.

Kısaca söylemek gerekirse Muhammed Zahid el-Kevserî hazretleri günümüzde dahi müzakere ve münakaşa edilen pek çok meselede kalemiyle İslâm dinine, İslâm imanına, tasavvufa, fıkha, Hanefî fıkhına çok büyük hizmetler etmiştir. Gitmiş olduğu diyarlarda ileri sürülen yanlış, hatalı görüşleri kalemiyle düzelterek çok güzel makaleler yazarak dikkati çekmiştir. Bütün tevazuuna rağmen ilmiyle yükselmiştir, Allah tarafından yükseltilmiştir.

Geçen sene Medine-i Münevvere’ye gittiğim zaman Mescid-i Nebevî’de kütüphanede bir araştırma yapıyordum. Mescid’in içinde arka taraftan çıkılan bir kütüphane vardır. Bir memur benden Türkiye’de neşredilen eserleri istedi. “Bağış olarak getirirseniz memnun olurum Türkçe-Arapça, eski-yeni eserlerden” dedi. O arada bir de; “Türkiye’de Muhammed Zahid el-Kevserî var, bu zât kimdir?” dedi. Dikkatini çekmiş. Yirminci yüzyılda İslâmî ilimlerin canlı bir şekilde okutulduğu bir ülkede ismi merakla takip edilen bir insandır. Önemli bir şahsiyettir. Temas ettiği konular da İslâmî ilimler içinde, tasavvuf içinde çok büyük ehemmiyete haizdir.

Biz Düzce’de Düzceli kardeşlerimize hizmet etmek için vakıf çalışmaları yaptığımız gibi ayrıca Düzce’nin kahramanlarından Konuralp’ın adına “Konuralp ilim Kültür Çevre ve Sağlık Derneği’”ni kurarak tarihimize ve mefahirimize hizmet etme çalışmalarını da burada başlatmıştık. Vakıflarımızın derneklerimizin ve bu Konuralp Derneğimiz’in önemli bir faaliyetidir bu “Zahid el-Kevserî Sempozyumu.” Burada bir mübarek zâtın kadri tanıtılmış olacaktır. Düzceliler’e belirtilmiş, bildirilmiş olacaktır. Kadir bilen milletlerin içinden kadri bilinen insanlar yetişir. Onun gibi yeni Zahid el-Kevserîler’in, yeni alimlerin, yeni tasavvuf erlerinin, yeni kahramanların yetişmesinde bir numune olarak göz önünde bulundurulacaktır. Ve eserleri, şahsiyeti, fikirleri tanındıkça istifadesi genişleyecektir.

Bu sempozyumu tertip edenlere teşekkür ederim. Çok önemli bir konuyu, bölge için fevkalade ehemmiyetli olan bir mevzuyu seçmişlerdir. Konuşmacı olarak katılan ilim erbabına katıldıkları için teşekkür ederim. Dinleyici olarak davetlerimize icabet eden sizlere de teşekkür ederim, hürmetlerimi sunarım. Allah hepinizden razı olsun. Sempozyumumuz maddeten ve mânen hayırlı olsun.

Kapanış Konuşması

Aziz ve sevgili kardeşlerim.

Belki pek çok insan bilmez, Düzce dinî ilimler bakımından çok önemli bir merkezimizdir. Çok şâyân-ı dikkat büyük din alimleri yetiştirmiş bir mıntıkadır. Benim üniversitede okuduğum sırada bir Alman Şarkiyatçı (Oryantalist) vardı: Helmut Ritter.

Gayrimüslimlerin sözleri bizim kendi kendimiz hakkındaki kanaatimizden başka bir önem taşır. Belki bize hasım olan bir kültürdendir. Helmut Ritter bizden ayrı bir milletten çıkmış birisidir. Sözleri o bakımdan önem taşır. İlmî çalışmaları dolayısıyla dünya çapında tanınmış, çok çalışkan, çok hürmet gören bir şahsiyettir. Belki de müslüman olmuştur. Çünkü bize derste: “Ben, Hocam İsmail Saib’in mezhebindenim; Şâfiiyim” demişti. Kendi dudaklarından böyle bir söz çıkmıştı. Ben bu sözü bir latife olarak değil de kendisinin gerçekten imana gelmiş olmasına yorabilirim. Derste biz “teslis” (trinite), hıristiyanların batıl inançları üzerine konuşurken teslisi kabul etmeyen bir ifade kullanmıştı.

Tabii birtakım gerçekleri bilmek yetmiyor, Ebû Tâlib de Peygamber Efendimiz’in amcası idi. Hak Peygamber olduğunu bildiği halde imana gelmedi. İmanını ifade etmesi ve gereğini yapması lazımdı. Bu çok büyük ve meşhur Şarkiyatçı’nın iki sözü var:

1. “Sizin dünyanın en zengin ifade kabiliyetine sahip bir lisanınız vardı. Kadrini kıymetini bilmediniz, bozdunuz ve o lisanı berbat ettiniz.” Osmanlıca’nın dünyadaki bütün dillerin en gelişmişi olduğunu, her türlü fikri, ince mânayı ifade edecek dili olduğunu fakat bozulduğunu söylemişti.

2. Ni’met-i İslâm Kitabı’nın yazarı olan rahmetli hem alim, hem sûfî Mehmed Zihni Efendi hakkında derste bir söz açılmıştı: Biz Sibeveyh’in el-Kitâb isimli eserini okuyorduk ki bu eser çok kıymetli, zor bir eserdir. Şerhlerinden takip edilerek çözülebilir. Bizim kürsüde o zaman asistan olan rahmetli Nihat Çetin Bey müşkül cümleleri kolayca çözüveriyor, bir teklif atıyor ortaya;

“Efendim, bunun manası şöyle olması gerek” diye. Ritter durdu şöyle, dedi ki:

“Yahu sen bunları nereden buluyorsun?”

Mehmed Zihni Efendi’nin Arap Dili’ne dair eserleri var. Mehmed Zihni Efendi Sibeveyh’ten bile faydalanıp dipnotlarında veriyormuş. Nihat Çetin meğerse oradan okuyup müşkülleri çözüyormuş, onu gösterdi. O zaman bizlere hitaben dedi ki:

“Sizler millet olarak içinizden yetişmiş büyük şahısların kıymetini takdir edemiyorsunuz. Mehmed Zihni Efendi çok büyük bir alim, ben bu zâta hayranım” dedi. İşte Düzce’nin durumu da böyledir. İçinden birçok alim yetişmiştir. Düzceliler’in de, akrabalarının da, Türkiye genelinde pek çok kimsenin de haberi yoktur. Şimdi biz bu cehaleti yıkmak, halkımızı bilgilendirmek, halkımızın kendisine numûne-i imtisal seçeceği insanları tanıtmak için böyle bir sempozyum yapmaya karar verdik.

Düzceli Muhammed Zahid hazretlerini seçmemizin sebeplerinden birisi de; Türkiye’de tasavvufun kadrini, kıymetini, lüzumunu bilmeyen insanlar... Tabii İslâm’ı bilmeyen insan tasavvufu da bilmez. Onları bir tarafa ayırıyorum. Müslüman olduğu halde tasavvufa karşı olanlar da var. Eli kalem tuttuğu halde tasavvufa karşı olanlar var. Birtakım dergilerde yazdığı halde kendisine “radikal” diyen veya şöyle böyle isimler verilen bazı insanlar var; tasavvufa, kerâmete, tevessüle karşı. Şimdi bu gibi insanlara karşı ben şahsen çıkıp tasavvufu müdafaa ettiğim zaman taraf olarak müdafaa etmiş oluyorum. Ben bu yolun, gerçeklerin kabulünde iyi bir yol olmadığını bildiğim için meseleyi ortaya koyuyorum.

Hocamız Mehmed Zahid Kotku hazretleri ile ilgili bir sempozyum da İstanbul’da yapmıştık. Oraya bütün ilâhiyat fakültelerinden ilim adamlarını çağırdık. Tasavvufla ilgili konuları serbest olarak anlatsınlar, dedik. Bir eser ortaya çıktı. Baştan sona kadar okuyacaksınız. Orada tasavvufun gerçek, zaruri, lüzumlu, faydalı, İslâmî, Kur’ânî bir ilim olduğu ispat edildi. Şimdi burada Düzce’nin yetiştirdiği büyük alimlerden Muhammed Zahid-i Düzcevî, Kevserî de diyebiliriz. Çünkü kendisi daha hayatında yazdığı makalelerde “Kuserî” ismini değiştirmiş, peltek “se” ile yazmış olduğundan belki kendi tercihi. Bu sempozyumu düzenlememizin sebeplerinden birisi de yine tasavvufun İslâmî, hak yol, zarurî olduğunu ispat etmektir. O bakımdan amacımıza ulaşmış oluyoruz.

Muhammed Zahid hazretlerinin büyük beynelmineli’l-müslimîn bir şahsiyet olması çok önemli. Bu hamasî, hissi, sübjektif bir değerlendirme de değil, objektif bir kriter sonunda ulaşılan sonuçtur.

Bizim bu alimi seçmemizde önemli bir maksadımız daha var: Tasavvuf tarihi içinde ve günümüzde tasavvufla ilgili konuşmalar yapanlar ve tasavvufa bakanlar şeriat-tarikat diye bir ikilem görürler. Acaba şeriat tarikattan, tarikat şeriattan ayrı mı? Mesela şimdi ölmüş olan bir yazar “tasavvuf ayrı bir din”, “kerâmet yok” diyor. Kendine göre de muhakemeler yürütüyor.

Bir de mevcut tasavvufî yolda ekoller var. Biz her şeyden önce müslümanız, Allah’ın rızasını arıyoruz. Biz herhangi bir kültür müessesesinin gözü kapalı taraftarları değiliz. Diyelim ki bir insanın babası dedesi yanlış yolda olsa kendisi de yolu devam mı ettirmesi lazım? Hayır.

Cemevi kurmak için hükümet Alevî kardeşlerimize şu kadar pay ayırıyor. Şimdi soruyorum: Hz. Ali Efendimiz’in Cemevi var mıydı? Hz. Ali Efendimiz zamanında Fatıma anamız erkeklerle Cemevi’nde bunların yaptıkları ayin gibi ayin yapmış mıydı? Ehl-i Beyt’ten herhangi birisi yapmış mıydı? Hz. Ali Efendimiz caminin karşısına böyle bir müessese kurmuş muydu? Hz. Ali Efendimiz’in yaşam tarzı şimdiki Hz. Ali’ye bağlı olan bu kardeşlerimizin (bunlar da bizim kardeşlerimiz) yolu ile bir benzerlik arz ediyor mu? Bir ilim adamı ve bu meseleleri incelemiş bir kimse olarak ifade ediyorum: Etmiyor. İçki içmeleri bakımından, kadın erkek arasının kaldırılması bakımından, ayin-cem bakımından vs. uygun değil. Folklor İslâm’a aykırı olursa bizce muteber değil. Yanlış yolda olan insan İslâm’a gelecek. Burada benim tanıdığım kardeşlerim var. Onlar babalarının yolunda değil Allah’ın rızasının yolunda gittiler. İslâmî çizgiye geldiler. Hakkı kabul etmek çok büyük fazilettir. Allah razı olsun onlardan.

Şimdi bu misalden kendi konumuza geliyorum: Çeşitli tasavvufî gruplar Anadolu’nun her yerinde var. Tasavvuf İslâmsa, şeriatin ahkâmının uygulaması ise, şeriat ahvâl, tarikat da ahvâl-i Resûlullah ise tamam. Ama tasavvufî yolda Şeriat-ı garrâya aykırı bir şeyler varsa; itikat, amel, icraat bakımından onların da bırakılması lazım. Peki bu cesareti kim gösterecek? Sıradan insanlar gösterse “Sen kimsin, an’anevî yolu ne hakla bozuyorsun?” derler. Ama Zahid el-Kevserî gibi büyük insanlar, büyük alimler söylerse bu önemli, bu ışık tutar. Biz, bir de tasavvufun halka anlatılmasını sağlamak bakımından Zahid el-Kevserî’yi seçtik. Çünkü bizim amacımız folkloru devam ettirmek değil dinin aslına uygun yaşamak. Tarihî müesseseleri yanlışlarıyla yaşatmak değil; tashih etmek, rayına oturtmak, ana kaynağına döndürmek. O bakımdan çok mutluyuz.

Bu sempozyumumuz amacına ulaşmıştır.

Bu çalışmalardan net olarak ortaya çıktı ki Muhammed Zahid el-Kevserî hazretleri gerçek ve hakiki bir ilim adamıdır. Böyle hakiki ilim adamlarını İmam Hatip okullarındaki öğrencilerin ve hocaların, ilâhiyat fakültelerinde görev yapan kimselerin tanıması lazım. Hakiki ilim adamı kolay yetişmez, her yerde kolay bulunmaz. Biz ümitliyiz güzel fideler görüyoruz. Genç alimler arasında gerçekten ilim adamı olma yolunda; her söylediği sözü bir temele dayandırarak araştırmalar yapan, iyi insanların, yetişmeye başladığını görmekten mutluyuz. Zahid el-Kevserî bu yolda bir numûne-i imtisal olacaktır. Kevserî bir ilim adamında bulunması gereken bütün vasıflara sahip; araştırıyor, kütüphanelerde çalışıyor, neşredilmemiş bile olsa yazma halindeki nadir kitapları karıştırıyor, herkesin duymadığı kaynakları okuyor, araştırıcı bir zihniyete sahip. Bu çok önemli bir vasıf. Kaynaklara, menbalara hakim. Nerede neyi bulacağını bilen bir insan. Bugün İslâm kültürünün genişliği ve büyüklüğü dolayısıyla herkes kendi konusunda bile kaynaklara hakim değildir. Ben de Ankara İlâhiyat Fakültesi’nde 27 sene hocalık yaptım. Bazı hocaların kaynaklardan ne kadar uzak olduğunu bilirim. İslâm tarihçisidir, kaynakları kullanması mümkün değildir. Çünkü Arapçası yoktur, Farsçası yoktur. Tasavvuf kürsüsündedir; belki inancı bile yoktur, Arapçası yoktur. Tasavvufun meselelerini bilmez, uygulaması yoktur ama orada doçent, profesör olmuştur.

Muhammed Zahid el-Kevserî hazretlerinin taassupsuz bir anlayışı vardır; meseleyi alıyor, mukabil delilleri inceliyor, sonuca varıyor. Bu da ilim adamında bulunması gereken çok önemli bir vasıftır. Sağlam bir akıl ve muhakemesi var. Sağlam bir ilim usûlüne sahip. İlimde metot çok önemlidir. Çok kuvvetli bir lisan meziyeti var. Ana lisanı başka, yetiştiği lisan başka, yazı yazdığı lisan başka... Büyük bir alim.

Bugün dahi üzerinde münakaşa edilen ince konularda derinden incelemelerde bulunmuş ve delilleriyle, şahitleriyle sonuca varmış kendisini isbatlamış bir ilim adamıdır.

Kendisi gerçek bir ilim adamı olarak yetişmiştir. Hakiki, sulandırılmamış bir icazet sistemiyle icazetlendirilmiştir. İlmi de aynı ciddiyette icazet vererek talebelerine intikal ettirmiştir. Bugün talebeleri içinde dünya çapında şöhrete sahip olan, eser yazan kendisini bulunduğu ülkede kabul ettirmiş, Kevserî’den icazetli ilim adamları vardır. Zaten Kevserî’nin şöhretini İslâm ülkelerine yayan onlardır. Çünkü 300 kadar insana icazet vermiş, onlar da memleketlerine gidince o ilimleri neşretmişlerdir. Birçok kimse, üniversite nedir, ilmî çalışma nasıl yapılır; master tezi nedir, doktora tezi nedir? Bunun kıymetini bilmez. Bir ismin başındaki “Dr.” harflerinin ne kadar zor kazanıldığını, “Prof.” unvanının ne kadar zor alındığını bilmez. Doktora tezi dünya çapında iddialı bir ilmî çalışmadır. “Bu konuda dünyada mütehassısım.” demektir. Onun için doktora çalışması dünyada önemlidir. Dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun bunların toplanması ve takip edilmesi lazımdır. Muhammed Zahid el-Kevserî’nin şahsiyeti, fikirleri, eserleri üzerinde master tezleri yapılması, doktora tezleri yapılması onun nasıl bir ilim adamı olduğunu gösteren en büyük ölçüdür. Sıradan insanlara bu rütbeleri vermezler, hakkında tez yaptırmazlar. Reddederler. Bir doktora tezini beş tane profesör inceler, hakkında karar verir.

Hakkında birçok üniversitede; Türkiye, Mısır, Ürdün ve Pakistan’da master ve doktora tezleri yapılması Muhammed Zahid el-Kevserî hazretlerinin nasıl büyük bir şahsiyet olduğunu gösteren bir delildir.

Pek ciddi eserler vermiştir. Bu eserler Türkçe’ye kazandırılması ve bu eserlerin üzerinde ayrıca tezlerin yapılması lazımdır. Bu bakımdan da büyük bir ilim adamı olduğunu göstermiştir. Çok yönlü bir alimdir. Bu çeşit alimlere “Zülcenâheyn” (iki kanatlı) derler. Hem zahirî ilimlere hem bâtınî ilimlere âşinâ. Hem tasavvufu, hem fıkhı biliyor. Bunun kıymetini tasavvufla, fıkıhla, İslâmî ilimlerle meşgul olan insanlar anlar. Hem sûfî, hem fakih. Bu çok önemlidir. Bazı sûfîlerde fıkıh bulunmaz, o zaman tasavvuf yolu zındıklığa kayar. Bazı fakihlerde tasavvufî hal bulunmaz, o da aykırı ve aşırı bir uçtur, eksikliktir, öğrendiği ilmi hazmetmemiş olmak demektir. İkisini toplamak çok önemli bir haslettir. Bunu yapana muhakkik, zülcenâheyn derler. İşte Kevserî hazretleri böyle bir insandır. Şeriata bağlı tasavvufun önemli bir simasıdır. Bu bizim yükseltmemiz, herkese duyurmamız gereken bir konudur.

Çok ciddi bir ilm-i kelâm alimidir. Akîde konusunu inceler. Çok önemli bir konudur. Bir Osmanlı şâiri diyor ki:

Belki makbûl ola noksân-ı amel

Olmasın lîkin akîdende halel.

“Nafile ibadetleri çok yapamadın, affolunabilir. Yine cennetlik olabilirsin ama akîdende bozukluk olmasın.” diyor. Akîde dinde önemli bir ilimdir. Kevserî hazretleri fikirleri muteber bir kelâmcıdır. Makaleleri ile bunu ispat etmiştir.

Çok ciddi bir fakihdir. Fıkıhsız İslâmî ilimler olmaz, tasavvuf da olmaz. O bakımdan fıkıh alimi olması çok iyi bir puandır.

Dün öğleden sonraki konuşmalar ve konuşmacılar çok önemliydi. Kardeşlerimiz çok iyi hazırlanmış kıymetli gençlerdi. Orada İbni Ebî Şeybe’nin Musannef’i sonundaki İmâm-ı Âzâm ile ilgili yüz küsur tenkidin1 karşısında Kevserî hazretlerinin cevapları2 anlatıldı. Kevserî hazretleri burada nasıl büyük bir fakih, devlerin arasında bir dev olduğunu böyle İmam Buharîler’in hocası olan İbni Ebî Şeybe gibi bir alime hakkıyla doyurucu, ikna edici cevaplar verebilen bir yüksek şahsiyet olduğunu ispat etmiş oldu. İnsan çıkıp da böyle büyük bir alime karşı kalem kullanamaz. Yapıyorsa; tahkir veya tenkit ediyorsa bu da onun büyüklüğünü gösterir. O da çok önemli bir husus.

Çok büyük bir hadis alimidir. Tasavvufta hadis çok önemlidir. Bizim yolumuzun Gümüşhâneli Hocamız’dan gelen ve Kevserî hazretlerinin de bağlı olduğu tasavvuf ekolümüzün ana yapısı; şeriata sarılmak, sünnet-i seniye yolunda yürümek. Bu çok önemli bir vasıftır. Bu durum bizim tekkemizin medâr-ı iftihârıdır. Sünnet-i seniye çizgisinde Peygamber Efendimiz’in yolunda yürümek çok önemli bir husustur. Kevserî hem bizim Gümüşhânevî tekkemizin bir mensubu, dervişi, alimi olarak, Gümüşhânevî Efendimiz’in yolunda yürüyen bir kimse olarak, hadis ilmine vukufu dolayısıyla da bizim bu yönümüzü vurgulamıştır. Hem de İslâm’ın ana kaynaklarından birisi olan hadis’e bağlı olduğu halde mutasavvıf olması da gönlümüze sürur veriyor, bu meselelere bakanlara ışık tutuyor.

Demek ki tasavvuf, Resûlullah’ın sünnetini uygulamaktan hasıl olan bir manzaradır. Başlı başına ayrı bir keyif yolu değildir. Sünnet-i seniye yolunda olunca tasavvuf gerçek tasavvuftur. Kevserî hazretleri onu gösteren bir kimsedir.

Kevserî hazretleri hakkıyla bir müfessirdir, tarihçidir, kültür tarihçisidir. Kültürümüzün pek çok meselesi ile ilgilenmiştir. Arapça el-Ihâ dergisinde, yazar onun hakkında, “Kavmini severdi, kavmiyetçi idi.” diyor. Ben burada onu savunmak ve takviye etmek istiyorum. Allah rahmet eylesin. İyi ki bu duygulara sahip olmuş. Onun kavmiyetçiliği ırkçılık değildir. İnsanın kendi aslını neslini bilmesi kavmine hizmet etmesi fazilettir. “Hubbu’l-vatan mine’l-îmân.”3 Bu bir tefrika unsuru değildir. “Ben şu ırktanım öbür kardeşimiz de Çerkes’tir...” demek değildir. Onu ben negatif kavmiyetçilik olarak değerlendirmemek gerektiğini düşünüyorum. Onun bu çalışmasını da Kafkasya’yı unutmamasını da büyük takdirle karşılıyorum. Ben kendimizi ayıplıyorum ki “Bize Edirne’den, Kars’tan, Ardahan’dan hudut çizildi de niçin Kafkasya’yı unuttuk? Niçin Balkanları unuttuk?” diye böyle yapanlara kırgınım. Bizim hududumuz Edirne’de, Kars’ta, Ardahan’da bitmiyor. Bir zamanlar ezanların okunduğu İslâm’ın harim olduğu bütün diyarlar bizim diyarımızdır. Oraları unutmak, unutanların kusurudur. Hatırlamak, hatırlayanların vefakârlığıdır, sadakatidir. O da alkışlanacak bir husustur. O bakımdan da tekrar dua ediyorum Zahid-i Kevserî hazretlerine ki kendi kavmini unutmamış ve ona da sevgisini göstermiştir.

Biz bu sempozyumla Düzce’de büyük bir alimi yâd etmiş olduk. “Salih insanların anıldığı yere rahmet iner.”4 Allahu Teâlâ hazretlerinin rahmetini dilerim.

Biz bir konuyu vurgulamaya, Düzceliler’e duyurmaya çalıştık. Sevaplı, hayırlı bir iş yaptık. Burada Belediye’ye büyük bir hizmet düştüğüne inanıyorum. Kadir kıymet bilen milletlerin içinde kadri kıymeti bilinecek insanlar çok yetişir. Kadir kıymet bilmek lazım. Düzce’nin yapılacak hizmetlerin birisi Zahid el-Kevserî hazretlerinin köyüne yapılacak olanıdır. Oradaki caminin yanında medresesi varken o medrese yok edilmiştir. Türkiye’de bir medrese düşmanlığı yapılmıştır ve maalesef bu medrese düşmanlığı değilmiş gibi adeta alkışlanmış takdir edilmiştir. Medreseler boşaltılmış, harap olmaya terk edilmiştir. Mezarlıklar greyderlerle sürülmüştür. Okul yapılmıştır, spor sahası yapılmıştır. Onları korumayanlara da yuh olsun. Yıkanlara da yuh olsun. Korumayanlar bir suçludur, yıkanlar iki suçludur. Merasına yabancı köyün öküzü girdiği zaman silahları eline alan, kültürlerini korumayan insanlara yuh olsun!..

O yüzden o medresenin “Zahid el-Kevserî Medresesi” diye yeniden yapılması lazımdır. O cami yetmez. Cami tek başına tam bir ibadethane değildir. Peygamber Efendimiz’in camisi sadece namaz kılma yeri değildi. Ashâb-ı Suffa’nın ilim yeri idi, ibadet yeri idi. O bakımdan o caminin orada olması yarımdır, yamuktur, tamamlanması Düzceliler’in boynunun borcudur.

Ayrıca Düzce Belediyesi bana göre şu faaliyetleri de yapmalıdır: Bir ana caddeye Zahid el-Kevserî’nin ismi verilmelidir. İstanbul Belediyesi bu kadirşinaslığı gösterdi. Sarıgüzel Caddesi’ne Mehmed Zahid Kotku Efendimiz’in ismini verdi. Çünkü Mehmed Zahid Kotku hazretleri de tarihe geçecek beynelmilel bir şahsiyetti.

Bir külliye yapılması lazımdır. Mutlaka bir kütüphane tesis edilmelidir. Zahid el-Kevserî’nin kendi eserlerinin ve başka dinî eserlerin de bulunması lazımdır. Eserlerinin neşredilmesi gerekir.

Zahid el-Kevserî’nin eserlerini okumak milletimize bir boyun borcudur.

Hatırasına saygı göstermek gerekir. Allah kabrini pürnûr, ruhunu şâd eylesin.

Takriz

Türkiyemiz’in, İslam âlemimizin, ilim ve irfan tarihimizin mühim şahsiyetlerini ve muazzam mahsullerini halkımıza ve dünyaya tanıtmak önemli amaçlarımızdan ve çalışmalarımızdan biridir.

Bu cümleden olarak birkaç yıl önce Gümüşhane’de, Ahmed Ziyaüddîn-i Gümüşhanevî hakkında bir sempozyum düzenlemiş, çok ilgi ve takdir görmüştük. Şehir halkı, kendi yetiştirdiği evladı arasında, böyle beynelmilel şöhrete vâsıl, İslâm âlemince tanınmış, ismi kaynak kitaplara geçmiş saygıdeğer bir zâtın yetişmiş olduğunu öğrenmekten çok duygulanmış, heyecanlanmış ve memnun olmuştu.

Bu kere Düzce’de yetişmiş büyük bir alim olan Gümüşhânevî Dergâhı hulefâsından Muhammed Zahid el-Kevserî hazretleri hakkında bir sempozyum tertip eyledik. Düzce halkı son derece etkilendi, içlerinden yetişmiş ve yakın geçmişte yurtiçi ve yurtdışında herbiri ayrı bir kıymet olan büyük alimler yetiştirmiş, nice değerli eserler vermiş, nice yanlışlıkları ilmî makaleleriyle düzeltmiş bu mümtaz şahsiyeti daha yakından tanımaktan ziyadesiyle memnun ve mesrur oldu. Bundan sonra bu konuda daha kadirşinas olmaya azmetti.

İlim âlemince tanınmış, hakkında doktora tezleri yazılmış bu değerli büyüğümüz hakkında bizim Düzce’de yaptığımız sempozyum çok verimli ve yararlı olmuştu; onun için orada sunulan tebliğleri bir kitap halinde halkımıza sunmayı düşünmüş idik. Şu anda tahakkuk ettirmiş bulunmaktan son derece mutluyuz.

Eserin neşrine gayret, himmet ve hizmet eden bütün ilgilileri candan kutluyorum; sa’yleri meşkûr olsun! Eserdeki konuşma ve tebliğlerin sahiplerine candan teşekkür eder, en halis dua ve dileklerimi sunarım.

Sempozyumu tertipleyen İlim Kültür ve Sanat Vakfımız’ın ve Düzce’deki kültür derneğimizin daha nice hayırlı, faydalı, ilmî, İslâmî hizmetlere muvaffak olmasını Cenâb-ı Hak’tan temennî ve niyaz eylerim.


* Tarihî ve Tasavvufî Şahsiyetler: İstanbul: Server İletişim, 2015, 4. Baskı, s. 345-357.

1. Bu tenkitler:

هذا ما خالف به أبو حنيفة الأثر الذي جاء عن رسول الله صلى الله عليه وسلم

başlığı atında verilmiştir. Bk. İbni Ebî Şeybe, Musannef, VII, 277-325, hadis no: 36049-36534.

2. Bk. en-Nüketü’t-tarîfe fi’t-tahaddüsi an rudûdi İbni Ebî Şeybe alâ Ebî Hanîfe, Kâhire 1365.

3. “Vatanı sevmek imandandır.” anlamındaki bu güzel sözün kime ait olduğu belli değildir. Bk. Aclûnî, Keşfu’l-hafâ, hadis no: 1102.

4. Bu söz Muhammed b. Nasr el-Hârisî ile Süfyan b. Uyeyne’ye nispet edilir. Bk. Ahmed b. Hanbel, Zühd, s. 326; Ebû Nuaym, Hılyetü’l-evliyâ, VII, 285; Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, hadis no: 1772.

Makale “Muhammed Zahid el-Kevserî” Prof. Dr. M. Es'ad Coşan (Rh.a.)