Netice olarak diyebiliriz ki Hacı Bektaş muhteşem Osmanlı İmparatorluğu’nun mânevî temellerini atan büyük kişilerden biridir. Mevlânâ aydınlara ve sanatkârlara feyiz menbaı olurken o, bir yandan gazilere serdar, yiğitlere rehber olarak yol göstermiş, şevk ve heyecan vermiş, ülkeler kıtalar açmış, diğer yandan Yunus’un şahsında gördüğümüz gibi halka yönelmiş, doğrudan doğruya halk irfanına dolaylı yoldan da Türk dil ve edebiyatına hizmet etmiş, asırlarca milyonların kalbinde yaşamıştır.
Bilhassa Hacı Bektaş ve Bektâşîlik konuları, Türkiye içinde ve dışında hâlâ geniş ilgi toplamaktadır.1 Bu bağlılığın canlı örneklerini yurdun çeşitli illerinde, değişik zamanlarda yapılan sazlı sözlü Alevî-Bektâşî toplantılarında; gazete ve dergilerin haber, makale, röportaj ve tefrikalarında ve her yıl 16-18 Ağustos’ta, bugün Nevşehir iline bağlı Hacıbektaş kasabasında yapılan anma törenlerinde müşahede etmek mümkündür. Özellikle bu son zikredilen törenlere bazı siyaset adamları, yüksek rütbeli kumandanlar, üniversite mensupları ve sair aydınlar katılırlar. Halk şairleri, mehter takımı, folklor ekipleri gösteriler yapar; binlerce ziyaretçinin toplandığı Pîrevi’nde yüzlerce kurban kesilir.
Acaba Türk siyasî tarihiyle olduğu kadar dinî, içtimâî ve kültürel birçok meselelerle de yakından ilgili bulunan bu meşhur tarikatin tarihî inkişafı nasıl olmuştu, Hacı Bektaş kimdir ve fikirleri nelerdir?
Hacı Bektaş’ın Hayatı
Her büyük velî gibi Hacı Bektaş’ın şahsiyeti çevresinde de olağanüstü vakalar ve kerâmetlerle dolu menkıbeler meydana gelmiş olup bunların arasından tarihî gerçekleri süzebilmek müspet vesikaların azlığı sebebiyle oldukça zordur.
Hacım Sultan, Sarı Saltuk, Seyyid Ali Sultan, Abdal Musa gibi Bektâşî an’anesinde zikri geçen şahıslar için yazılmış menâkıbnâmelerde de bahis konusu edilen Hacı Bektaş’ın, “Süflî derviş” diye tanınan Musa b. Ali tarafından 844/1440’da, Bektâşîler arasındaki şifahî rivayetleri toplamak suretiyle mensur bir Vilâyetnâme meydana getirilmiştir. Menâkıbnâme-i Hacı Bektâş-ı Velî diye de tanınan bu eser, XV. yüzyıl sonunda Bursalı Firdevsî-i Tavîl-i Rûmî tarafından nazma çekilmiş, Avrupa ve Türkiye’de müteaddit defa basılmıştır.2
Bu menâkıbnâmeye göre Hacı Bektaş, Hz. Ali sülalesinden yedinci imam Musa el-Kâzım’ın soyundan gelmektedir. Nişapur’da doğmuş Horasan’da yetişmiş meşhur Ahmed-i Yesevî’nin emri üzerine, Mekke, Medine, Necef, Şam, Kudüs, Halep gibi mukaddes şehirleri ziyaretten sonra Anadolu’ya gelerek Kırşehir’in 40 km. kadar güneyinde bulunan Suluca Karahöyük’te yerleşmiş, Selçuklu sultanı Alaeddin Keykubâd, Mevlânâ Celâleddîn, Osman Gazi, Ahî Evran, Taptuk Emre, Sarı Saltuk… ile görüşmüş, birçok derviş yetiştirmiş, 360 halifesini, irşad göreviyle çeşitli ülkelere sevk etmiştir.
Tarihî gerçeklere gelince, XIII. yüzyılın sonunda ölmüş bulunduğu vakıf kayıtlarından kesinlikle anlaşıldığına göre Abdülbaki Gölpınarlı’nın üç elyazması eserden tespite muvaffak olduğu 606-669/ 1209-1270 yılları arasında yaşadığını kabul edebiliriz.3
Hacı Bektaş’ın ismine “el-Horasânî” sıfatı da ilave edilir. O devirlerde Anadolu’da bu nispet ile anılan yüzlerce şahsa rastlıyoruz. Âşık Paşa’nın dedesi Baba İlyas-ı Horasânî, Yunus Emre’nin mensup bulunduğu Hacı İsmail el-Horasânî gibi. Bu kelime gösterişten kaçınmak, Tanrı’ya ulaşmakta aşk ve cezbe yolunu benimsemek eğiliminde olan Horasan Melâmetîliği’ne mensubiyeti ifade etmekte ve tasavvufta “Irakî” sıfatına mukabil olarak kullanılmaktaydı.4 Gerçekten de Hacı Bektaş’ın eserlerindeki fikirler, tasavvuftaki bu aşk ve cezbe yoluna ait fikirlerdir. Onun, Melâmetiye’nin beşiği olan Nişapur şehrinde doğduğu düşünülürse bu durum gayet tabii karşılanır.
Anadolu’da “Horosan Erenleri”nin çokluğu, Hacı Bektaş’ın yalnız başına olmadığını, birçok yurttaş ve ülküdaşa sahip bulunduğunu göstermektedir. Nitekim Eflâkî’nin Menâkibu’l-ârifîn’i (yazılışı 1318) onu, “Baba Resûl” diye de tanınan Babaî lideri Baba İshâk’ın (V. 1240) has halifesi olarak kaydediyor.5
Babaîlik ve Babaîler’in mahiyetlerini tespit, Hacı Bektaş’ın şahsiyet ve fikirlerini iyi anlayabilmek için mutlak şarttır. Büyük Türkmen kitlelerinin Babaî şeyh ve halifelerinin liderliği altında 637/1239’dan başlayarak Karamanoğlu Beyliği’ni kuruncaya kadar fasılalarla sürdürdükleri bu siyasî mücadele, gittikçe artan gayr-i millî tesirlere, baskı ve zulümlere karşı Türk milliyetçiliğinin bir direnişi olarak nitelenmektedir.6 Mesela Âşık Paşa’nın dedesi Babaî liderlerinden olmakla beraber Sünnî, zahidâne inançlara sahip bulunması, mücadeleyi Şiî-Batınî bir zümrenin, inançlarından doğmuş görmek ve göstermek hususunda bizi ihtiyata sevk etmektedir.7
Hacı Bektaş’ın Eserleri
Hacı Bektaş’ın bazı eserleri günümüze kadar ulaşmıştır. Bunlardan Tire’de bulunduğu söylenen Fâtiha Sûresi Tefsîri’ni orada maalesef bulamadık.8
“Hacı Bektaş” mahlasını taşıyan şiirlere bazı cönk ve şiir mecmualarında rastlıyorsak da9 bunlar, dil özelliklerinden kesinlikle anlaşıldığı gibi çok daha sonra yaşayan bir başka Hacı Bektaş’a aittir.
Hacı Bektaş’ın bir şathiyesi, 1091/1680’de Enverî adlı Hurufî ve Nakşî bir yazar tarafından, yer yer şiirlerle de süslenerek 135 sayfalık Tuhfetü’s-sâlikîn adlı bir kitap halinde şerh edilmiştir.10
Görülüyor ki –yukarıdakiler bir yana bırakılınca– elimizde Hacı Bektaş’ın fikirlerini öğrenebileceğimiz tek eser olarak sadece Makâlât kalmaktadır.
Makâlât’ın aslı Arapça yazılmış, daha sonraları Türkçe’ye çevrilmiş hacmi küçük (30 yaprak kadar) bir eserdir. Şimdiye kadar ele geçmemiş olan Arapça aslın kırk makamdan bahseden bölümü elyazması bir mecmuada tarafımızdan bulunmuştu.
Mensur tercümesinin birçok yazma nüshaları vardır. İki defa eski harflerle İstanbul’da (biri tarihsiz, diğeri 1288/1871 tarihli) bir defa da yeni harflerle basılmıştır.11
Tercümeyi kimin yaptığı belli değildir. Genellikle Said Emre’ye ait bulunduğuna inanılıyorsa da bu doğru olmasa gerektir. Çünkü mütercim, metinde ondan üçüncü bir şahıs olarak bahsediyor. Mensur tercüme 812/1409’da Taceddin Hatiboğlu adlı bir hadis müderrisi tarafından İznik’te nazma çekilmiş ve dedeleri ahîlerden olan meşhur Çandarlı II. Hâlil Bey’e sunulmuştur.12
Hacı Bektaş’ın Fikirleri
Hacı Bektaş’ın fikirlerini ve şahsiyetini anlamak hususunda en önde gelen kaynaklar, şüphesiz onun eserleridir. Makâlât bu konuda bize kıymetli mâlumat veriyor.
Hacı Bektaş, Makâlâtı’nda bize, olgun bir mutasavvıf hüviyetinde gözükmektedir. Eserin sekiz bölümü şunlardır:
1. Dört grup insan, onların arzuları, ibadet tarzları,
2. Şeriattaki on makam,
3. Tarikattaki on makam,
4. Mârifetteki on makam,
5. Hakikatteki on makam,
6. Gönül yani kalbin mahiyeti, ahvali,
7. Şeytan ve onun yardımcısı kötü huylar,
8. İnsanoğlunun yaratılış tarzı, kıymeti.
Hacı Bektaş, müslümanları dört gruba ayırıyor:
1. Şeriat ehli âbidler,
2. Tarikat ehli zahidler,
3. Mârifet ehli arifler ve
4. Hakikat ehli muhibler yani âşıklar.
Şeriat, temiz-pis, haram-helal şeyleri bildirdiğinden ulu bir kapıdır. Yüce Tanrı’nın Kur’an’da yapın dediğini mutlaka yapmak, yapmayın dediklerinden de sakınmak lazımdır. Ama yalnız şeriat bilgilerini elde etmek kişiye kâfi gelmez.
Mârifet ehli arifler su gibidirler: Hem arı hem de arıtıcı. Onlar dünya ve âhiretteki menfaatleri düşünmeden sadece Tanrı’yı diledikleri ve edebe riayet ettikleri için Allah tarafından sevilirler.
Bu son mertebeye ulaşmak için art arda geçilen “dört kapı”: şeriat, tarikat, mârifet ve hakikatin her birinde on makam bulunur ki tamamı “kırk makam” eder. Bir kul, hiçbirini atlamadan bu kırk mertebeyi bir bir geçmedikçe Tanrı’ya asla kavuşamaz. Mesela bir kişi diliyle iman getirse gönülden inanmazsa yahut öşürü, zekâtı tamam vermezse yahut hacca gitmiş iken yoldan geri dönse yahut Tanrı hükümlerinden birini batıl tutsa yahut Muhammed’e inanmazsa yahut sahabilerinden birine inanmazsa bütün yaptığı işler boşa gider.” (s. 58)
İçimizdeki rahmanî ve şeytanî unsurlar devamlı savaş halindedir. Rahmanî cephenin sultanı akıl, naibi iman, kumandanları bilgi, cömertlik, hayâ, sabır, günahlardan sakınma, Tanrı korkusu, edep… gibi olumlu huylardır. Her birinin yüz binlerce askeri vardır. Şeytanî cephenin sultanı iblis, naibi nefs, kumandanları kibir, haset, cimrilik, tamahkârlık, öfke, insan çekiştirme, maskaralık ve kahkaha atmak gibi kötü huylar olup bunların da yüz binlerce askeri vardır.
Olumlu ve olumsuz huyları tanımadan şer cephesinin mağlup edilmesi kolayca mümkün olmaz. Bu sebepten Hacı Bektaş, kişinin nazarlarını iç âlemine çevirerek kendini tanımaya çalışmasını ısrarla telkin eder, kendisini tanımayanın ulu Tanrı’yı da tanıyamayacağını belirtir. Çünkü Tanrı insana can damarından daha yakındır. Bu konuya çok önem verdiği için kitabının bir bölümünde insan vücudu üzerinde durur, beden ile dış dünya ve kâinat arasındaki sayısız benzerlikleri işaret eder.
Hacı Bektaş’ı en çok riyakârlık ve hareketlerdeki tezatlar üzmektedir.
“Ey zavallı! İman senin içinde şaşkın bir duruma düşmüştür. ‘Tanrı’ya inandım’ der emirlerini tutmazsın, ‘meleklerine inandım’ der insanların yanında utanıp yapamadığın çirkinlikleri yalnız kalınca yaparsın. Halbuki vücudunda 360 melek vardır. ‘Kur’an’a inandım’ dersin, kalbinde çeşit çeşit kötülükler bulunur. Bunları yapmanı hangi kitap yazıyor? Allah’ın velî kulları bir gün aç bir gün tok durur, gece gündüz ibadet ederler; yine durumlarından emin olamazlar. Sen yaptıkların yüzüne çarpılmayacak mı sanıyorsun?
“Eğer içinde kötü duygular varsa dışını temizlemen fayda sağlamaz. Nitekim bir kaba içki koyup ağzını sımsıkı kapasan günde bin defadan on sene boyunca dışını yıkasan o yine aynı içkidir, murdardır. Hatta bir kuyuya bir damla içki damlasa bütün suyunu dışarı çıkarsalar, döktükleri ve döküldüğü yerde otlar yeşerse o otu bir koyun yese takva sahibi kimseler o koyunun etini bile haram sayar. Çünkü içki şeytanın şer aletlerinden biridir. O halde;
“Yazık sana! Kim içünde kibr ü hased, bahîllik, tama‘, öfke, gıybet, kahkaha ve maskaralık ola! Bunca dürlü şeytan fi‘li içünde olduğu halde suyla yıkanıp nasıl arınabilirsin?”13
Müteakip asırların içki konusunda müsamahakâr klasik Bektâşî tarikatiyle mânalı bir tezat teşkil etmesi bakımından yukarıdaki paragrafı oldukça ilginç buluyoruz. Bunlardan anlaşıldığına göre Hacı Bektaş, diğer şeriat bilginleri gibi, insanı bazı kötülükler yapmaya müsait, kontrolsüz duruma düşüren içkinin de şiddetle aleyhindedir.14
Hacı Bektaş’ın fikirleri anlatılırken tekrar edilegelen bir yanlışlığın da düzeltilmesi uygun olacaktır:
Fuad Köprülü, manzum Makâlât tercümesinin, Emniyet Umum Müdürlüğü nüshasındaki bazı beyitlere dayanarak “On iki imama ikrarı, tevellâ ve teberrâyı tavsiyesi sebebiyle, Hacı Bektaş’ın Şia-i İsnâaşeriye’ye mütemayil” olduğunu söylüyor.15 Bu beyitler, eserin daha eski ve tam nüshasında olmadığı, sonradan eklenmiş bulunduğu, en önemlisi Makâlât metni içinde değil mütercim Hatiboğlu’na ait mukaddime kısmında yer aldığı için iddia mesnedden mahrum demektir.
Eserin aslının, o devrin alimleri arasındaki teamüle uyularak Arap diliyle yazılması da Hacı Bektaş’ın muhafazakârlığına delalet etmektedir.
Hacı Bektaş’ın Tesiri
Mevlânâ’nın torunu Ulu Ârif Çelebi’nin musahibi Eflâkî (v. 761/1360), Hacı Bektaş’ın irfan sahibi, içi dışı aydın bir şahıs olduğunu ve bazı dervişleriyle Şeyh İshak adlı halifesini elçi olarak Mevlânâ’ya gönderdiğini söylüyor. Bu, Babaî ileri gelenlerinden olan Hacı Bektaş’ın etrafına toplananların mânevî terbiyesiyle ilgilendiğini, kendisine sadık birçok dervişi olduğunu ve Vilâyetnâmesi’nde bu konuda yazılanların –mübalağalı olsa bile– tamamen de esastan yoksun bulunmadığını gösterir. O halde onun şeyhlik ve dervişlikten “meczûb-ı İlâhî” olduğu şeklindeki eski tarihlerde16 ve çağdaş araştırmalarda17 görülen iddiaları kabul edemeyiz. Bu iddia Hacı Bektaş’ın tasavvufa, tarikat ve dervişliğe dair bir eser yazmış olmasıyla da çelişmektedir.
Hacı Bektaş’ın bir önceki bölümde özetini verdiğimiz fikirlerine aynen büyük Türk şairi Yunus Emre’nin (v. 1320) şiirlerinde ve Risâletu’n-Nushiyyesi’nde de tesadüf olunuyor. O da kırk makam, dört kapı, münacaat ve müşahede mertebesi, içimizde Rahmanî ve şeytanî kuvvetlerin mücadelesi, her iki cephenin sultan, kumandan ve askerleri, iyi ve kötü huylar vesaireden bahseder18 ki bütün bunlar Hacı Bektaş’ı Şiî ve bozuk akideli sandıklarından dolayı aksi kanaat serdedenlerin de bulunmasına rağmen19 Hacı Bektaş ile Yunus arasında –doğrudan doğruya veya vasıtalı– kuvvetli bir irtibat olduğunu ispatlar. Ayrıca Âşık Paşa’ya (1272-1333) ait eserlerde ve aynı zamanlarda yaşayan Said Emre’nin şiirlerinde bu nazariye, terim ve fikirlerin işlendiğini, ikincisinde Hacı Bektaş isminden saygıyla bahsedildiğini de görmekteyiz.20
Maalesef kendinden sonra makamına geçenleri kesinlikle tespit edemiyoruz. Bildiğimiz, ilk devirlerde tarikatin Ahîler’le, Fütüvvet teşkilatıyla irtibatlı olduğudur. Zaten Horasan’daki Melâmetîlik de doğuşundan itibaren fütüvvet ehliyle karışmış, birçok mutasavvıf her iki yolu birlikte yürütmüştür. Mezkur yakınlık tarikatin giriş ayini, eşik öpme, kuşak bağlanma merasimleri, bu esnada bir tastan şerbet içilmesi, merasimde okunan tercümanlar ve kıyafetle ilgili bazı teferruatını tamamen Ahîlik’ten iktibas etmesiyle neticelenmiştir.21
İlk Hacı Bektaş muhiblerinin büyük kısmı, Ahî ve alperen olarak Türkmen kitlelerinin akışına uyup Anadolu’nun batısına yayılmış. Onlar ilk Osmanlı fütûhâtına katılmış, Rumeli ve Balkanlar’dan yeni yerleşme merkezleri tesis ederek oraları Türkleştirmişlerdir. Bektâşî tarikatinin Adalar, Rumeli, Arnavutluk vesairede güçlülüğü bundan dolayıdır.
Maamafih bu yayılma, kuvvetli bir tarikat literatürü bulunmaması, inançların tespit edilip merkezî bir teşkilatın kurulmaması sebebiyle fikrî ve fiilî dağılmalara da yol açmıştır. Zamanla Haydarî, Kalenderî, Hurufî ve bu gibi takibata uğrayan bu zümrelerin bu saf ve gözde tarikata hulûlü, hudutlarda diğer din ve kültürlerle temas, devşirmelerden gelen tesirler, XVI. yüzyıldan itibaren doğudan gelen kesif İran propagandası aynı çatı altında müteşerrîden mülhide kadar muhtelif tipi barındıran, muğlak kozmopolit Bektâşî tarikatini meydana getirmiştir.
Araştırıcılar, ilk devirlerdeki canlı, yapıcı, saf ve faydalı dervişler ile sonraki bu fonksiyonunu yitirmiş, asıl gaye ve idealden uzaklaşmış kitleler arasında bulunan derin farka önemle dikkati çekmektedir.22
Netice olarak diyebiliriz ki Hacı Bektaş muhteşem Osmanlı İmparatorluğu’nun mânevî temellerini atan büyük kişilerden biridir. Mevlânâ aydınlara ve sanatkârlara feyiz menbaı olurken o, bir yandan gazilere serdar, yiğitlere rehber olarak yol göstermiş, şevk ve heyecan vermiş, ülkeler kıtalar açmış, diğer yandan Yunus’un şahsında gördüğümüz gibi halka yönelmiş, doğrudan doğruya halk irfanına dolaylı yoldan da Türk dil ve edebiyatına hizmet etmiş, asırlarca milyonların kalbinde yaşamıştır.
* Akademik Makaleler, İstanbul: Server İletişim, 2017, s. 167, 176.
1. Yaşayan bir Bektâşî babasının ifadesine göre ülkemizde hâlen 450.000 Bektâşî mevcuttur. Bk. Sertoğlu, Bektâşîlik, s. 304. Bunların dışında, ayrı kalabalık gruplar teşkil eden ve Bektâşîler’le an’ane, teşkilat ve ayin bakımından akraba olan köy Alevîleri de Hacı Bektaş’a sevgi ve bağlılık gösterir.
2. Gross, Das Vilayetnâme des Haggi Bektash, Leipzig 1927; Gölpınarlı, Menakıb-i Hünkâr Hacı Bektâş-ı Veli “Vilâyetnâme”, İstanbul 1958. 1301/1884’de manzum nüshanın dilini eski bulan Ali Nihânî b. el-Hâc Mehmed Tevfîk el-Yozgâdî eseri ikinci defa nazma çekmiştir. Nüshası için bk. Ankara İl Halk Kütüphanesi, Eski Eserler Bölümü, nr. 1750.
3. Bk. Gölpınarlı, Vilâyetnâme, s. 19-20; Birge, The Bektashi Order of Dervishes, s. 40-41. Müellifin doktora tezi olan bu eser zamanına kadar Doğu’da ve Batı’da yazılmış bütün kaynaklardan ve nadir elyazmalarından faydalanılarak hazırlanmış. Ayrıca bu eserde konuyla ilgili, tafsilatlı bir bibliyografya verilmiştir. İçindeki mâlumat artık kısmen eskimiş oldu. Eserin baskısı 1965 yılında yenilenmiştir.
4. Gölpınarlı, 100 Soruda Tasavvuf, s. 123.
5. Türkçe tercüme için bk. Ahmed Eflâkî, Ariflerin Menkıbeleri, I, 411-414.
6. Bk. Köymen, “Türk Tarihinde Kültür Mücadelesi”, Türk Kültürü, IV (1996), sy. 48, s. 118-126.
7. Bk. Köprülü, ”Âşık Paşa”, İslâm Ansiklopedisi, I, 701-706; Gölpınarlı, Yûnus Emre ve Tasavvuf, s. 295-346.
8. Bk. Köprülü, Les Origines du Bektachisme, ayrı basım, Paris 1926. (Tercümesi: Türk Yurdu, II. nr. 8 Mayıs 1341.) Bir nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunan (Farsça Yazmalar, nr. 55) Fevâid adlı Farsça eser ile nüshasının yeri belirtilmeyen Makâlât-ı ğaybiye ve kelimât-ı ayniye, Abdülbaki Gölpınarlı’nın vardığı kanaate göre belki de aynı şahıs tarafından ortaya konularak, Hacı Bektaş’a izafe edilmiş uydurma eserdir.
9. Bk. Mesela: Rieu, Catalogue of the Turkish Manuscripts in the British Museum, s. 261.
10. “Bektâş, Hacı Bektâş-ı Velî”, Türk Ansiklopedisi, VI, 32-34; Gölpınarlı, Yûnus Emre Hayatı, s. 302. (Yazar bu eserinde Hacı Bektaş’a ait bir Kırk Hadis Şerhi’nin kendi özel kitaplığında bulunduğunu söylemişse de bu bilgiyi tekrarlamamaktadır.)
11. Sefer Aytekin, Hacı Bektâş-ı Velî Makâlât, Ankara 1954.
12. Makâlât ve tercümeleri konusunda en son bilgiler, bizim 1965’te Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde verdiğimiz, Hatiboğlu Muhammed ve Eserleri adlı basılmamış doktora tezimizde (s. 3-29) bulunmaktadır.
13. 1424 tarihli Makâlât nüshası için bk. Manisa Kütüphanesi, nr. 3536.
14. Not: Makâlât’ın Sefer Aytekin neşrinde metin kasten tahrif edilerek içki kelimesi yerine “pislik” kelimesi konulmuştur.
15. Bk. Köprülüzâde, “Anadolu’da İslâmiyet”, Darülfünun Edebiyat Fakültesi Mecmuası, sy. 4-6 (1922), s. 87.
16. Âşıkpaşazâde, Tevârîh-i Âl-i Osmân, s. 204-206.
17. Bk. Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s. 94-95.
18. Krş. Gölpınarlı, Yûnus emre ve Tasavvuf, s. 121-126, 171.
19. Bk. Tekindağ, “Büyük Türk Mutasavvıfı Yûnus Emre Hakkında Araştırmalar”, TTK Belleten, XXX (Ocak 1966), sy. 117, s. 59-90.
20. Gölpınarlı, Yûnus Emre ve Tasavvuf, s. 280-294.
21. Bk. Gölpınarlı, “İslâm-Türk İllerinde Fütüvvet Teşkilatı ve Kaynakları”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, XI, s. 6-354; Çağatay, “Fütüvvet-Ahî Müessesesinin Menşei Meselesi”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 1 (İstanbul 1952), s. 59-68; sy. 2 (Ankara 1952), s. 61-84.
22. Bk. Barkan, “İstila Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler”, Vakıflar Dergisi, II (1942), s. 279-386. (Bu çok önemli makalede Başvekâlet Arşivi vesikalarından geniş ölçüde faydalanılmıştır.)