12. yüzyılın büyük mutasavvıflarından olan Gucduvânî Hazretleri ömrünün büyük bir çoğunluğunu aydınlatıcısı olduğu yolun hala takip edilen prensiplerini ortaya koymak için vakfetmiş ve hala tesiri devam eden güçlü prensipler onun devrinde oluşmuştu.
Ailesi ve Doğumu
XIII. yüzyılın başlarında yaşamış büyük bir mutasavvıf ve alim olan Abdülhâlik Gucduvânî Hazretleri Buhara’ya 30 kilometre mesafedeki Gucduvân köyünde dünyaya gelmiştir. Gucduvânî hazretlerinin çocukluğuna dair pek az bilgi vardır. Risâle-i Sâhibiyye adlı eserinde kendisinin anlattığına göre babası büyük mezhep imamlarından İmam Mâlik’in soyundan gelen büyük bir alim olan Malatyalı Abdülcemil İmam’dır.1 Gucduvâni hazretlerinin babasının yaşadığı muhitte etkin ve ağırlığı olan biri olduğu anlaşılmaktadır. Malatya Emirinin düşmanlarınca şehirden sürülmesine müdahale etmiş ve onun tekrar şehre geri gelip tahtına oturmasını sağlamıştır.2 Burada oldukça etkin bir kişi olduğu anlaşılan Abdülcemil, ilerleyen yıllarda Malatya’yı terk edip Buhara yakınlarındaki Gucduvân köyüne yerleşmiş ve Gucduvânî hazretleri de burada dünyaya gelmiştir.3
Eğitimi
Pek çok alim gibi ilk hocası babası olan Gucduvânî Hazretleri daha sonra ilmini arttırmak için devrin büyük bir ilim merkezi olan Buhara’ya gitmiştir. Burada şehrin en tanınmış alimlerinden olan İmam Sadreddîn’in yanında ilim tahsil etmişti. Gucduvânî Hazretleri burada daha eğitiminin erken bir safhasında tefsir okurlarken yorumlamaya çalıştıkları bir ayetin içerdiği emrin, ömrü boyunca sorumluluğunu hissetmiş ve bu emre nasıl riayet edilebileceği hususunda büyük gayret göstermiştir. Arâf Suresi’nin 55. Ayetinde "Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. Bilin ki O haddi aşanları sevmez" buyrulmaktaydı. Gucduvânî hazretleri burada buyrulan “gizlilik’’ ifadesinden neyin kastedildiğinin iyi anlaşılması gerektiğini düşünmekteydi. O bu konuda yaşadığı tereddüdü şu şeklide anlatmaktaydı: “Eğer zikir eden kimse yüksek sesle zikreder veya zikir esnasında organlarını hareket ettirirse dua veya zikirden başkaları haberdar olur. Öte yandan sırf kalbiyle zikrederse de bundan şeytan haberdar olur. Çünkü hadiste bildirildiğine göre şeytan insanoğlunun içinde damarlarındaki kan gibi akıp durmaktadır’’ (Buhârî, "Ahkâm", 21). Gucduvânî Hazretleri bu durumdan hareketle ayette emredilen duayı gizlice yapma emrinin nasıl yerine getirileceğini kendisine dert edinmiş ve uzun bir zaman bununla meşgul olmuş, hocasına bunun nasıl olacağını sorduğunda ise vakti geldiğinde öğreneceğine dair bir cevap almıştı. Daha sonra, önceleri de kendisi ile ilgilenen Hâce Hızır’ın yanına gelmiş, o da bir havuza girmesini ve suyun altında iken kelime-i şehadeti tekrarlamasını istemiştir. Böylece Hâcegân’ın zikir usulü olan zikr-i hafî’nin metodolojisi de şekillenmiş oluyordu. Bu bağlamda zikrin sessiz ve belli sayıda yapılması gerektiği ortaya konulmuştu.4 Böylece bütün Hâcegân’ın ve ardından da Nakşibendiler'in benimsedikleri zikirde "vuküf-ı adedi" prensibini de ortaya çıkmış oluyordu.5
Gucduvânî hazretleri yirmi iki yaşına kadar kendisini himaye eden Hace Hızır’dan yoğun bir eğitim aldıktan sonra Buhara’ya gelmişti. Burada dönemin büyük alimleri arasında sayılan ve ilk Türk mutasavvıfı olarak anılan Hoca Ahmed Yesevî’nin de Hocası olan Yûsuf el-Hemedânî’nin (ö. 535 / 1140) talebeleri arasındaki yerini almıştı.6 Hemedânî Hazretleri cehri yani sesli zikir çekme yolunu takip ederken Gucduvânî Hazretleri ise bahsedildiği üzere şekillendirdiği hafî yani sessiz zikir çekmeye meyletmiş Hemedânî Hazretleri de buna izin vermişti. Yusuf Hemedânî ile karşılaşmasının ardından Gucduvânî hazretlerinin terbiyesi ve eğitimi ile artık Yusuf Hemedânî hazretleri ilgilenmeye başlamış ve Hace Hızır Gucduvânî hazretlerinin hayatından çekilmiştir. Onun ilk hocası olan Hace Hızır, onu tasavvuf yoluna başlatan ve zikri öğreten hocası olarak anılırken Hemedânî ise ikinci hocası olarak sadece sohbet hocası olarak anılmaktadır.7 Fakat onda daha derin tesirler bıraktığı ve bundan sonra takip edeceği yolu belirleyen kişi olduğu için sıralamada Gucduvânî hazretlerinin hocası olarak Yusuf Hemedânî anılmaktadır. Hemedâni Buhara'dan (veya Semerkant) ayrılıncaya kadar onun yanında kalan Gucdüvâni hazretleri sonrasında ise kendi memleketine geri dönmüştür. Kendi memleketinde sohbetlerinin hitap edebileceği bir kimse bulamayınca inzivâya çekilerek riyâzet ve mücâhede dünyasına dalarak kendi iç dünyasını zenginleştirme ve derinleştirmeye uğraşmıştır.8
Gucduvânî Hazretlerinin İlmi Faaliyetleri
İnzivâ hayatında yakaladığı zühd sayesinde çok geniş çevrede tanınan bir mutasavvıf haline gelmişti. Bu dönemde o kadar meşhur bir alim olmuştu ki Şam’da adına bir hankâh kurulmuştu.9 Burada bulunan talebeleri hocalarını görmek için Gucduvân'a gelmeye başlamışlardı. Bu ziyaretlerin dikkat çekecek boyutlara geldiği görülmektedir.
Hemedânî’nin yetiştirdiği ve sürdürdüğü ilmi faaliyetleri devam ettirmek için yerine hazırladığı büyük alim ve mutasavvıflar vardı. Bunlardan bir tanesi de Pir-i Türkistan diye anılan ve Türklerin İslamiyet’i yaygın bir biçimde kabul ettikleri 11. Yüzyılda, daha geniş kitlelere İslamiyet’i ulaştırmaya ömrünü adamış Hoca Ahmed Yesevî idi. Bozkırda konar-göçer bir hayat yaşadıklarından kitabi kültüre uzak olan Türklerin İslamiyet’i doğru kaynaklara dayanarak sade ve fakat bir o kadar derin bir vukûfiyetle tanımaları için gayret gösterecek olan Hoca Ahmed Yesevi, Buhara’dan ayrıldığı zaman Gucduvânî hazretleri de inziva sürecini tamamlamıştı.
Gucduvânî hazretleri inzivadan çıkar çıkmaz Buhara ve çevresinde bulunan dervişlerin başına geçmişti. Gucduvânî hazretleri çok hareketli bir özelliğe sahip idi. Nakşibendiliğin de temel özellikleri arasında sayılan dergahta oturmayıp, sürekli halkın arasına karışma ve şehir aşırı dolaşma prensibini Gucdüvâni Hazretleri ziyadesiyle uygulamakta ve her fırsatta talebelerine tavsiye etmekteydi. Kendisinden bu yolu takip eden bütün alimlerin neredeyse ortak özelliği olan bu tutumun Gucduvânî hazretleri zamanında şekillendiğini bile söylenebilir. Gucdüvanî Hazretlerinin en yakın talebelerinden olan Hâce Evliyâ-yı Kebîr'e her fırsatta dergahta oturmayıp daima halkın arasında bulunarak hizmet yapmayı tavsiye ettiği bilinmektedir.10
Vefatı
İlerlemiş yaşında ilmi ve tasavvufi faaliyetlerini dergahında sürdüren Gucduvânî Hazretleri bu hal üzerindeyken ömrünü tamamlamıştır. Gucduvânî Hazretlerinin ölüm tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Gucduvânî Hazretleri hakkında bilgi veren kaynaklar bu konuda iki farklı tarih üzerinde durmaktadırlar.
Gucduvânî hazretlerinin vefat tarihini oldukça erken bir tarihte gösteren Gulâm Server Lâhûrî, herhangi bir eski kaynağa dayanmadan onun 575'te (1179) vefat ettiğini söylemektedir.11 Müellifi bilinmeyen bir kaynak olan “Makâmat-ı Abdülhâlik Gucduvânî ve Ârif Rîvgerî” adlı esere göre ise Gucduvânî hazretleri, Necmeddîn-i Kübrâ’nın 618 (1221) yılında gerçekleşen vefatından az önce vefat etmiştir.12 Risâle-i Sâhibiyye’yi neşreden Saîd-i Nefîsî de bu kayıda dayanarak Gucduvânî’nin vefat tarihini 617 (1220) olarak vermektedir.13 Sonuçta kesin olmamak ile beraber Gucduvânî Hazretleri XIII. yüzyılın ilk çeyreğinin sonarına doğru ve henüz Moğol İstilasının İslam dünyasını kasıp kavurmaya başlamadığı bir tarihte vefat ettiği anlaşılmaktadır.
Halifeleri ve Tasavvuf Anlayışı
Gucduvânî hazretleri, yürüttüğü irşat faaliyetlerini arkasından devam ettirebilmek amacı ile dört halife bırakmıştı. Bunlar Hâce Ahmed Sıddik, Hâce Evliyâ-i Kebîr (Kelan), Hâce Habbâz Buharî ve Hâce Ârif-i Rîvgerî idi.
1. Hüş der- dem (alınan her nefeste gafletten uzak olup yapılan her işi hesap vereceği bilinci ile yapmak),
2. Sefer der-vatan (beşerî sıfatlardan sıyrılıp ilâhî sıfatlarla boyanmak, İnsanın Allah cc’tan geldiğini ve yine dönüşünün O’na olacağı bilinci ile yaşaması),
3. Nazar ber-kadem (yürürken bakışlarını ayağından ayırmamak böylece zihni ve kalbi meşgul edebilecek gereksiz gündemlerden kendini korumak),
4. Halvet der-encümen (zâhirde halk ile, esasta Hak ile bulunmak, Anadolu’da sıkça kullanıldığı şekli ile halk içinde Hak ile birlikte olmak yani).
5. Yâdkerd (lisânî zikirle beraber kalbî zikri icra etmek),
6. Bâzgeşt (zikir yaparken "ilâhî ente maksûdî ve rizâke matlûbî" [Allahım! Maksûdum sensin ve talep ettiğim senin rızândır] cümlesini söylemek),
7. Nigâhdâşt (meşguliyet verecek düşünceleri defetmek)
8. Yaddâşt (zikrin sebep olduğu uyanıklığı sürdürmek)
“Kelimât-ı kudsiyye” olarak anılan bu temel sekiz prensibe ilerleyen dönemlerde vukûf-ı zâmanî, vukûf-ı âdedî, vukûf-ı kalbî olarak bilinen üç prensip daha eklenerek Nakşibendîliğin başlıca ilkeleri oluşmuş olacaktı. Büyük bir alim ve mutasavvıf olan Gucduvânî hazretleri daha çok aydınlatıcısı olduğu yolun temel prensiplerini ortaya koyan kişi olarak görülmektedir.
Eserleri
İrşad faaliyetlerinin yanında ilmi eserlerde üreten Gucduvânî hazretlerinin bilinen iki eseri bulunmaktadır. Onun en bilinen eseri Risâle-i Sâhibiyye’dir. Yûsuf el-Hemedânî'nin menkıbelerini anlatan ve kendi hayatına dair bilgiler veren eser, Said-i Nefisî’nin editörlüğünde İran’da Kültür Bakanlığı tarafından yayımlanmış, ayrıca İranlı meşhur tarihçi İrec Efşâr tarafından bu eserin bir özeti de yine İran’da yayımlanmıştır. Gucduvânî hazretlerinin bir diğer eseri ise Vesâyâ’dir henüz yayımlanmayan bu eser Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesinde yazma nüsha halinde bulunmaktadır.14 Küçük hacimli bir eser olan bu kitabı bir âdâb risâlesi mahiyetinde olup, eseri talebelerinden Hâce Evliya-i Kebir için kaleme aldığı bilinmektedir. Bu risalede cahil süfîlerden kaçınmak, Kur’an ve sünnetten ayrılmamak, hâkimlerden uzak kalmak, hankâhta oturmamak, sema ile fazla meşgul olmamak gibi öğütler verilmektedir. Bu esere yıllar sonra Buhara’ya gelen Alim Fazlullah b. Rüzbihân Gucdüvân şehrinin bir istiladan kıl payı kurtulması sonrasında şehrin adını taşıyan bu büyük alimin eserine şerh yazmayı kendine vazife bilmişti. Vesâyâ’ya yazılan bu şerh de Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesinde yazma nüsha halinde bulunmaktadır.15
12. yüzyılın büyük mutasavvıflarından olan Gucduvânî hazretleri ömrünün büyük bir çoğunluğunu aydınlatıcısı olduğu yolun hala takip edilen prensiplerini ortaya koymak için vakfetmiş ve hala tesiri devam eden güçlü prensipler onun devrinde oluşmuştu. Bu itibar ile Gucduvânî hazretleri silsile içinde özel ve önemli bir yeri vardır.
1. Abdülhâlik Gucduvânî , Risâle-i Sâhibiyye, nşr. Saîd Nefisî, Ferheng-î İran Zemin, Tahran 1332/1953, s.95-96.
2. Hamid Algar, “Abdülhâlik Guvdevânî”, Nakşibedîlik, İstanbul 2012, s. 491.
3. Hamid Algar, “Abdülhâlik Guvdevânî”, Nakşibedîlik, s. 491
4. Safî, Reşehât nşr. Ali Asgâr-ı Muînîân, Tahran 1977, s. 34.
5. Safî, Reşehât nşr. Ali Asgâr-ı Muînîân, Tahran 1977, s. 30.
6. Tarihi bazı kaynaklar Gucduvânî le Yusuf Hemedânî arasındaki bu buluşmanın Buhara’da değil de Semerkant’ta olduğunu ifade ederler. Ayrıntılı bilgi için bakınız: Silselenâme-î Hâcegân-ı Nakşbend.
7. Lâmiî, Nefehât s. 411
8. Fazllulah b. Rüzbihân vr. 86a.
9. Câmî, Nefehât nşr. Mahmûd Abîdî, Tahran 1370/1991, s. 384.
10. Muînü’l-fukarâ, Tarih-î Mollazâde, nşr. Ahmed Gülçin-î Meânî, Tahran 1339/1960, s. 46
11. Gulâm Server Lâhûrî, Hâzinetü'l-asfiyâ , Leknev 1868, c.I, s. 530
12. Hamid Algar, “Abdülhâlik Gucduvânî”, TDVİA, C.14, 1996, s.171.
13. Hamid Algar, “Abdülhâlik Gucduvânî”, TDVİA, C.14, 1996, s.171.
14. Süleymaniye Ktp., Esad Efendi. nr. 3702 /
15. Süleymaniye Ktp. , Yahya Tevfik, nr. 1500, vr. 83a -102b