İslam İletişim Dinidir*

‘’Bir şeyi götürüp birisine anlatacaksınız, ileteceksiniz bir bilgiyi, bir haberi karşı tarafa ileteceksiniz ama neyi ileteceksiniz? Bu bilgi, muhteva yani iletilecek olan şey, iletişimdeki malzeme İslâm'da çok önemli.’’

Yazının diğer dillerdeki çevirileri

Prof. Dr. M. Es’ad Coşan (Rh.a)

Allah'ın dini, insanlara iki cihanın saadetini öğretmek için gelmiştir. İnsan Müslüman olduğu zaman hem dünyada mutlu olur elhamdülillah; huzurlu olur, temiz olur, pis olmaz... Ailesi, şahsı, ruhu, aklı, vicdanı, toplumu temiz olur. Âhirette de rahat eder dünyada da bahtiyar olur. İslâm insanlığa bunu sağlamak için gelmiştir.

Ve İslâm'ın en mühim vazifesi, Müslümanın en büyük vazifesi, bunları başka insanlara anlatmaktır. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bu vazifeyi yaptı ve vedâ hutbesinde, "Allah'ın emirlerini size tebliğ ettim mi?" buyurdu. "Tebliğ ettin yâ Rasûlallah!" cevabını alınca, vazifesini tamamlamış bir kimse olarak "Şahid ol yâ Rabbi!" dedi.

Şimdi bu vazife sahâbe-i kirâma geldi, intikal etti. Sahâbe-i kirâmın çoğunun mesleklerini bile bilmeyiz. Çünkü mesleği İslâm'ı yaymak, öğretmek, neşretmektir; İslâm'ı tebliğ, insanları irşad etmektir; İslâm'ı öğretmektir, insanları İslâm terbiyesi ile yetiştirmektir.

Özbekistan'a gittik, Buhara'ya, Semerkant’a gittik. Semerkant’ta sahabe kabirleri var, ziyaret ettik. Ne kadar uzak diyarlara gitmişler. GAP[1] bölgesine gittik. Barajın kapladığı suların örteceği yerleri gezdik. Nice sahabe kabirleri var. İstanbul'da sahabe kabirleri var.

Bu niçin?

Oraya bir mesajı götürmek için. Yani bir iletişim, bir irşad ve tebliğ vazifesi için.

Demek ki İslâm iletişim dini. Peygamber Efendimiz insanlara Allah'ın emirlerini bildirmeye gelmiş; iletişim, Peygamber Efendimiz insanlara İslâm'ı öğretmiş; iletişim, Sahâbe-i kirâm ve Müslümanların görevleri İslâm'ı başkalarına yaymak ve öğretmek; iletişim... Yani iletişim dediğimiz enformasyon; bilgi nakli, bilginin bir başka tarafa nakli, muhabere, telekomünikasyon veya sadece komünikasyon dediğimiz olay. İslâm büyük ölçüde bu iş, en büyük ölçüde bu çalışma temeline dayanıyor. Bunun altını çizerek belirtmek istiyorum sonra bunun üzerine tekrar geleceğim.

Tabii burada muhteva önemli. Bir şeyi götürüp birisine anlatacaksınız, ileteceksiniz bir bilgiyi, bir haberi karşı tarafa ileteceksiniz ama neyi ileteceksiniz? Bu bilgi, muhteva yani iletilecek olan şey, iletişimdeki malzeme İslâm'da çok önemli. Onun için Müslümanlar, Peygamber Efendimiz‘in sahabesi o kadar titremişler ki haberin doğru olmasına ödleri patlamış Peygamber Efendimiz‘den bir haber naklederken acaba bir kelimesini değiştirir miyim diye. Doğru bildikleri bir haberi belki tam nakledemem diye ömürlerinin sonuna kadar susmuşlar da bildiği bilgiyi kendisiyle götürüp başkasına öğretmeyen cezaya uğrayacak diye en son anında söylemişler. Ama çok sıkı şartlara bağlamışlar. Sözlerini, nasihatlerini muhafaza etmişler. Günlük hayatı, özel hayatı, içtimai hayatı, sözleri, hareketleri, tasvipleri, takdirleri, nasihatleri, hepsi gayet güzel bir şekilde tespit edilmiş. Ve bu başkasına anlatılsın “Duyan benden duyduğunu başkasına anlatsın.” diye Peygamber Efendimiz buyurduğu için alimlerimiz bunu yapmış.

İletişim vazifesi, Peygamber Efendimiz‘den sonra alimlere intikal etmiştir. Herkesin bir mesleği var; mühendis, doktor, ziraatçı, vesaire vesaire... Ama bu hizmetin, bu haber-i sâdıkın, doğru sözün, inancın, doğru mesajın iletilmesi alime verilmiş. Çünkü bilerek yapılması lazım. Cahilin işi değil, cahilin altından kalkacağı yük değil. Onun için alimler "Peygamber Efendimiz'in vârisleridir." diye o vâris olma şerefiyle anılmışlar; kendilerine o rütbe verilmiş. Ve İslâm'da ilim hem dine hem dünyaya hem âhirete hâkim olmuş. Yani din de ilimle. "Dindar olmak, Allah'ın rızasını kazanmak isteyen ilim öğrensin! Dünyayı kazanmak isteyen ilim öğrensin! Âhireti kazanmak isteyen yine ilim öğrensin!" buyurulmuş.

O halde İslâm: iletişimin önemli bir kısmı, bölümü olan iletilecek şey, malzeme. Malzemenin doğru olmasını, hak olmasını, gerçek olmasını sağlamış, buna çok önem vermiş ve bu malzemenin her tarafa iletilmesini ümmet vazife olarak yüklenmiş. Âyet-i kerîme ile kendilerine emredilmiş; emr-i mâruf yapacak, nehy-i münker yapacak, cehd sarf edecek, mesajı her tarafa iletecek.

İslâm bunu 14 asır önce böyle koymuş ortaya. Bu olay Müslümanların bilmesi gereken bir şey. Toplumlar gelişme göstermişler ve toplum bilimciler, sosyologlar toplumları tasnif ederken, yaşam tarzlarına, ekonomik faaliyetlerine, iktisadî çalışmalarına göre toplumları sınıflandırmışlar. Tarım toplumu demişler. Sadece ziraat yaparak, kendi ihtiyaçlarını kendi dar çevçeresi içerisinde sağlayarak; kışlığı yazdan hazırlayıp, ektiğini kışın yiyerek, hazırladığı yiyecekleri kışın tüketerek, böylece hayatını idame ettiren kapalı ekonomiler. Böyle bir toplum tipi, iptidaî görülmüş, tarım toplumu denmiş.

Sonra coğrafi keşifler olmuş, kıtalar keşfedilmiş. Kıtalara ulaşım için âlet edavât yapılmış, bilgi genişlemiş, toplumlar arasında bilgi alışverişi çoğalmış... Bunda İslâm'ın büyük payı var. Avrupa'nın üzerine doğan İslâm güneşi diyor, Dr. Sigrid Hunke... Yani karanlık, kapkara bir Avrupa, hiçbir şeyi bilmeyen görmeyen izbe bir yer, ama üzerine İslâm'ın güneşi doğuyor. Herşeyi müslümanlardan öğrenmişler. Rönesansı müslümanlardan aldığı bilgilerle yapmışlar. Hatta dinlerindeki reformu müslümanlarla temastan dolayı yapmışlar. Luther'in ve diğer Hıristiyanlık'taki reformistlerin kaynağı İslâm'dır ve müslümanların bilgileridir, müslümanların kanaatleridir.

Osmanlılar'la temas halinde olan mıntıkalarda Uniteryen mezhebi çıkmış. Yani Allah öyle üç değildir, Allah tektir, demeye başlamış hıristiyanlar bile. Tabii öteki Katolikler bunları kesmişler, saman alevlerinde yakmışlar, derilerini yüzmüşler. Sen misin böyle söyleyen?.. Bunlar Amerika'ya kaçmışlar. Amerika'nın bazı reisicumhurları bile Uniteryen, yani Allah'ın birliğini kabul eden insanlar olmuşlar.

Reformun ve rönesansın bize söylenmeyen kaynağı, İslâm'a ilgi artar diye ifade edilmekten kaçınılan kaynağı İslâm'dır, İslâm âlemidir; Avrupalıların İslâm âlemiyle temasıdır. Sigrid Hunke bu kitabında bunları gayet güzel anlatıyor. Avrupalıların neleri Müslümanlardan nasıl aldıklarını bir bir sayıyor, anlatıyor. Maroken koltuk deriz; marok, mağrib demektir. Yani, bizim Faslı müslüman kardeşlerimizin yaptıkları deriler o kadar güzelmiş ki, şöhret bulmuş. Müslin çorap deniliyor. Müslin, Musul'da imal edilen çok ince kumaşlara verilen isimdir. Ondan dolayı müslin çorap adını almış. Hâkezâ, bütün herşey böyle. Tıp ilmi, fizik, kimya ve diğer ilimler, müslümanlarla temastan böyle gelişmiş.

Sonra, sanayi devrimi, yani üretimi artıran ve bunun pazarlamasıyla meşgul olan topluluklar ve burada da bir ilerleme ve gelişme...

Şimdi bilgi topluluğu, bilgi toplumu. Avrupalı dünyayı görünce akademiler, bilim akademileri kurmuş. Bu işleri böyle kolayca kavramak mümkün olmuyor diye akademiler kurmuş. Büyük paralar tahsis etmiş, her çeşit bilgiyi dünyanın her yanından toplama faaliyetleri başlamış, koleksiyonculuk başlamış, ansiklopedistler zuhur etmiş, bilginin her çeşidini toplama çalışmaları olmuş. Ve sonunda bu bilgilerin o kadar çok olduğu, o kadar geniş olduğu görülmüş ve o kadar faydalı olduğu görülmüş ki bunun üzerine daha geniş biçimde eğilinmiş.

Bu bilginin toplanmasından ayrı haber alınması ve haber olarak verilmesi, bilginin transferi çok büyük bir mesele olduğu için şimdi insanlar için deniliyor ki insanların topluluğu "enformasyon toplumu" yani iletişim toplumu hâline gelmiş. Çünkü Amerika bir konuda çalışma-araştırma yapıyor, İngiltere de laboratuvarlarda bir konuda çalışma yapıyor, Japonya da Almanya da Rusya da yapıyor. Bazen bakıyorsunuz aynı konuda Rus bir şey buluyor, ötekilerin haberi yok. Bazen Amerikalı bir şey buluyor, bazen Alman bir şey buluyor, bazen Japon... Ve birbirlerinden çalıyorlar bu bilgileri. Teknolojik casusluk dedikleri bilgi alma, bilgi kaçırma, bilgi toplama, bilgiyi ne olursa olsun elde etme.

Aslında bu iletişim dediğimiz şey insanların hayatının bir parçası. Eski devirlerde de eski toplumlarda da şimdiki toplumumuzda da olan bir faaliyet. Faaliyetlerimizin pek çoğu aslında bir iletişimdir. Konuşmamız, işaretleşmemiz, mektuplaşmamız, nasihatimiz, vaazımız, hutbemiz, makalelerimiz vesaire… Bunların hepsi birer iletişim vasıtasıdır.

İletişimin önemini Avrupalı, Amerikalı, batılı çok iyi anlamıştır. Üzerinde kitaplar yazılmıştır. İletişimin önemi üzerine ve kullanım şekilleri üzerine ihtisaslar yapılmıştır. Çünkü cemiyetlerin, toplumların teşkilatlanmasının ön şartı iletişimdir. Yani bu iletişim olmadan bir mükemmel toplum, bir mükemmel teşkilat mümkün değildir.

Biliyorsunuz Kıbrıs Harekâtı yapıldı. Kıbrıs Harekâtı'nda bir Türk gemisi, Türk uçaklarının bombalarıyla batırıldı. Bu, haberleşmenin eksikliğinin, yanlışlığının, geriliğinin nelere mal olduğunu gösteren hepimizin yaşadığı bir misaldir. Adamlar, muhribin güvertesinden "Biz Türk’üz!" diye işaret ediyorlar. Türk uçakları da "Bunlar yalandan Türk bayrağı çekmiş, aslında Yunanlı; vay, Kıbrıs'a Yunanlılara yardıma gidiyorlar." diye bomba yağdırmaya devam ediyorlar. Kim bilir kaç kişi öldü?.. Yani ne oldu bilmiyoruz. Feci bir iletişimsizlik örneği.

Filozoflar insanları çeşitli şekillerde tarif etmişler. Bir tanesi "homo ekonomikus" yani iktisadî faaliyetler yapan, iktisadî yönü çok kuvvetli olan varlık, insan diye tarif etmiş. O hâle gelmişiz ki şimdi diyorlar ki "homo informatikus" demek lazım. Yani haberleşmeye dayalı faaliyetleri götüren bir insan hâline geldi.

Bu hususta muazzam bir teknoloji patlamasıyla karşı karşıya kaldık biz. Osmanlı bu teknolojiye sahip olsaydı Osmanlı Devleti belki yıkılmayacaktı. Balkanlar'dan haber alamıyordu. Ama şimdi dünyanın bir yerinde küçük bir olay olsa haber alınabiliyor. Uydudan çekilen fotoğraflarla tarladaki başağın tanesi seçilebiliyor. Başağın cinsi anlaşılabiliyor. Fotoğraflar büyütüldüğü zaman tarlada ekili olan buğday mı, arpa mı, yulaf mı, haşhaş mı, başka bir şey mi olduğu anlaşılacak hâle geldi. Bunun için göğe satellit dediğimiz uydular fırlatıldı. Televizyon gelişti, her eve girdi, renklendi. Bizim halkımıza o kadar cazip gösterildi ve devlet bu işi özel sektöre o kadar havale etti ki köylü kadınlar beşibiryerdelerini, bileziklerini sattılar. Her eve televizyon, video, müzik seti girdi. İnformasyonun, iletişimin çeşitli safhaları var. Bir, bilginin üretimi var; bulunması, elde edilmesi meselesi var. İlmî araştırmalarla veya keşiflerle veya fişlemelerle toplanmalarla... İkincisi, bu bilgilerin depolanması, depolanma meselesi var. Bunda da metotlar gelişti. Amerika'da kütüphaneler o hâle geldi ki, değil kitapların isimlerini tespit etmek kütüphanede bir konudaki paragrafları bulabiliyorsunuz. Yani herhangi bir konuda araştırma yapıyorsanız ve o konunun anahtar kelimesini biliyorsanız, kitapların hangi sayfasından hangi sayfasına kadar o konu var, onu bulabiliyorsunuz.

Üniversite kütüphaneleri evdeki bilgisayarlara bağlandı. Yani, talebe oturduğu yerden kütüphanenin açık olması, kapalı olması, mesai saati, vesairesi bahis konusu olmadan düğmelere basarak üniversite kütüphanesinin içindeki kitapların her tarafını dolaşabiliyor, her sayfasını açabiliyor. Bilgi o hâle geldi. Depolanması akıllara hayret verecek boyutlara ulaştı. Parayı verip de üye olabilirseniz siz de bugün Türkiye'den bilgisayarla Amerika'nın kütüphanesine dalabiliyorsunuz, kitapları karıştırabiliyorsunuz, araştırmanız için gerekli malzemeyi bulabiliyorsunuz.

Bu iletişim işi, dünyanın büyük haber ajansları tekeller kurmuşlardır, onların elindedir. Bunlar her ülkeyi abone etmişlerdir. Ücretleri peşindir ve çok pahalı olduğundan özel şahıslar pek kolay kolay bunlara abone olamıyorlar. İşte ülkeler bunlara abonedir ve bu yüzden muazzam paralar kazanırlar, müthiş paralar kazanırlar. Her gün bunlardan haber olarak satın alınıyor. Ve dolaylı yoldan bu, sizin ve bizim kesemizden, kasamızdan, cebimizden çıkıyor.

Bir de onlar dış dünyadan %1 haber alıyorsa, %5 haber ihraç ediyorlar. Ve siz onların bilgilerini dinlemek zorunda kalıyorsunuz. Yani onların masallarını okumak zorunda kalıyorsunuz. Onların verdiği haberlerle bilgileniyorsunuz, vermediği haberler konusunda cahil kalıyorsunuz. Onların yanlış verdiği haberlerden dolayı yanlış yöne yönlendiriliyorsunuz. Gazeteler de öyle. Gazeteler de onlara abonedir, onlardan dinlediklerini yazarlar. Böylece dünyayı bilgi, yönetme, sevk bakımından; kandırma bakımından avuçları içine almışlardır.

Bu çeşit organizasyonlarla gündelik hayatın tanziminde, iletişim dediğimiz olay bugün bizim hayatımızda birinci derecede rol almış duruma gelmiştir. Belki sizin değil. Siz Müslüman olduğunuz için özel bir kafa yapınız var; bilgileri süzebiliyorsunuz, her şeye inanmıyorsunuz, başka kaynaklardan bazı şeyler öğreniyorsunuz ama milletin % 99.9'u öyle değildir. Milletlerin çoğu o durumda değildir; Afrika'sı, Asya'sı var, çok geri ülkeler var. Onlar bunların masallarıyla yetişirler. Ve batı kültürü, böylece dünyayı modern bir sömürmeyle sömürmekte ve istila etmektedir. İletişim, kültür istilasının en önemli vasıtasıdır.

Allah'ın dinine hizmet etmek, Allah'ın rızasını kazanmak istiyoruz. İnsanlara Allah'ın varlığını birliğini götürmek vazifemiz var. Emr-i mâruf ve nehy-i münker vazifemiz var. İslâm düşmanlarıyla meseleleri anlatmak, konuşmak, onları yenmek, ikna etmek vazifemiz var. O halde iletişime en muhtaç olan, ihtiyacı en çok duyması gereken topluluk biziz. Aslında iletişim mekanizmasını bu seviyeye getirme İslâm toplumları tarafından yapılmalıydı. Çünkü vazifeleri irşat ve tebliğ idi. Fakat bunu yapmamışlardır. Bu teknolojik gerilikle-ilerilikle ilgili olduğundan ötekiler bu işi başarmışlardır ve dünyayı avuçları içine bizden önce almışlardır.

O halde bizim iletişime bakışımızı da iletişim faaliyetlerine sarılışımızı da değiştirmemiz lazım. İletişim faaliyetlerine harcadığımız masrafı da tariflere sığmaz derecede artırmamız lazım.

İslâm toplumları bu meseleyi anlayamıyor muhterem kardeşlerim! İslâm toplumları -şu anda çok rahat söyleyebiliriz- hasta. Yani İslâmî şuur bakımından hasta. Başka kültürler kendilerini etkilemiş. Okuyanlar yabancı kültürlerle, batı kültürüyle yetişmişler. Okumayanlar batı kültüründen tamamen mahrum kalmışlar. Ama hiç denecek kadar az insan var. Sırf İslâm için düşünen, sırf İslâm için çalışan, bütün meseleleri İslâmî ölçüden gören çok az insan var. Meselelerin vahametinin boyutlarını anlayabilen kıratta çok az insan var.

İslâm toplumları hasta. Hastalığın tedavisi yine iletişimde. Çünkü öğreteceksiniz, yanlışlığını anlatacaksınız, doğru haberi vereceksiniz öğrenecek. İslâm düşmanları da atakta.. Müslümanlar hasta, İslâm düşmanları da korkunç bir atakta. Hem içeride hem dışarıda.

Enformasyon, iletişim olayı; bilgi almak, toplamak, bilgilenmek, bu bilgiyi de halka –mass medya dediğimiz- intikal ettirmek ve bütün kitlelere kitle iletişimi yaygın eğitim, örgün eğitim, her çeşit eğitim vasıtalarıyla bu doğru bilgileri ulaştırmak. Halkı bilgilendirmek, çağdaşlaştırmak, bilgi toplumu, iletişim toplumu seviyesine getirmek. Japonya'da bir yenilik olmuşsa şıp burada bilinmeli, Almanya'da bir yenilik olmuşsa hemen burada anında haberdar olunacak bir durumu kurmak zorundayız.

Bu çalışmaları yapmazsak ileride başımız çok sıkıntılara uğrar, çok dertlere uğrarız. Torunlar İslâm'dan haberdar olmaz.

Allah'ın bizden beklediği, bize yüklediği görev budur, vazifemiz budur.


* Merhum Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan’ın 25.09.1992 tarihinde Ankara’da yaptığı konuşmadan derlenmiştir.

[1]Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP): Fırat-Dicle Havzası ile yukarı Mezopotamya ovalarında yer alan 9 ili (Adıyaman, Batman, Diyarbakır, Gaziantep, Kilis, Mardin, Siirt, Şanlıurfa, Şırnak) kapsayan projeye verilen ad.

Makale “İslam İletişim Dinidir* ” Prof. Dr. M. Es'ad Coşan (Rh.a.)