Sevgi Ve Kardeşlik*

Büyük bir sevgi seferberliğine kalkışmamız lazım! Sevgiyi öğrenmemiz lazım, çoluk çocuğumuza öğretmemiz lazım! Çoluk çocuğumuzu sevgiyle; sevgiyi bilen, sevgiden anlayan, fark eden kimseler olarak yetiştirmeliyiz. Sevgiden anlamalı! Sevilecek şekilde çalışmamız lazım! Oturmamız, kalkmamız, konuşmamız, susmamız, çalışmamız sevilecek tarzda olmalı! Sevilecek şekilde olmalıyız, sevilecek şekilde hareket etmeliyiz. Sevilecek tarzda söz söylemeyi öğrenmeliyiz.

Yazının diğer dillerdeki çevirileri

Prof. Dr. M. Es'ad Coşan(Rh.a.)

Sevginin evrensel ölçüler içerisinde insana rûhî bakımdan,bedenî bakımdan ne kadar faydalı olduğu bilinen bir husustur.Sevgi ile beslenen bebekler, sevgiden mahrum büyütülenbebeklerden daha büyük bir gelişme gösterirler.Çok büyük bir doğumevinde, aynı günde doğmuş belli sayıdaki bebekleri ikiye ayırmışlar.Birkaç hafta bir grubunu severek, okşayarak, şakalaşarak beslemişlerBir kısmına da sadece aynı miktarda gıdaları vermişler.Çocuklar daha küçük, yeni doğmuş, aynı günde doğmuş, kiloları aynı fakat sevgi ile beslenençocuklar daha çabuk gelişmişler, sadece gıdası verilençocuklardan daha hızlı neşv ü nemâ bulmuşlar.Bu, sevginin bir maddî gücü olduğunu da gösteriyor.Sıhhî gücü olduğunu; rûhî, bedenî gücü olduğunu gösteriyor.

Ailevî ve içtimâî yönden çok önemli olduğu da ispatlanmış bir husustur.Bu, ilimlerle ilgilenen kimselerin bildiği bir husustur.Bütün suçlu insanlar; ailesinde sevgi görmemiş, toplumdan dışlanmış,sevgisiz ortamda yetişmiş insanlardır.Bütün başarılı insanlar sevgi ile büyümüş, çevresinde kendisini seven,destekleyen insanlar olan kimselerdir.

Böylece sevgi maddî yönü ile de ele alınması gereken bir konudur.Ayrıca dinî bakımdan da önemli bir konudur. Çünkü çok sevaplı bir konudur.Sevgiye sevap ve mükâfat çok fazladır. Sevginin âhirette de çok büyük faydası olacaktır.O bakımdan bir Müslüman olarak bu konuda düşüncelerimizin bilinmesi, müzakere edilmesi, tanıtılması önemlidir.

Sevgi tat duyduğu, lezzet duyduğu, beğendiği bir şeye gönlün meylidir.Bir meyil var, bir akış var ama bu beğenmekten sevmekten kaynaklanıyor,lezzetten tat duymaktan kaynaklanıyor.Arapça'da sevgi meveddet ve mahabbet kelimesiyle ifade edilir.

Seven insana muhib denmiştir, sevilene mahbûb denmiştir. Habîb denmiştir, mevdûd denmiştir.Allahu Teâlâ'nın esmâü'l-hüsnâsından birisi Vedûd ismidir. İşte bu kelimelerle ifade edilen bir duygudur.Eğer bu duygu şiddetli ise, kuvvetli ise buna aşk adı verilir.

Şiddetli seven insana "âşık" derler. Sevilene "mâşuk" adı verilir.Edebiyatımızda bir Âşık Edebiyatı vardır; eline sazı alıp diyar diyar gezipsevgisini sazıyla terennüm eden insanların ortaya koyduğu edebiyat.Divan Edebiyatı ondan hiç aşağı kalmaz; aşk ve sevgi bakımından şiirlerle lebâleb doludur.

Aşk duygusunun, sevgi duygusunun karşıtı Arapça'da nefret vardır.Sevilmeyen şeye menfûr "nefret edilen" derler. Bu duygu biraz daha şiddetli ise buğz derler.Sevilmeyene, mahbûbun zıddı olarak mebğûz denilir. Kızana, muhibbin zıddı olarak mubğiz denilir.Bu kızgınlık çok daha şiddetli ise makt adını alır. "Şiddetli kızgınlık, şiddetli sevmemek" demek.Bir de bu sevmemekten doğan iç kaynamasına,sevmediği insana karşı insanın içinin kaynamasına ğayz denilir.Bu gayzı tutmaya, insanın kendisine hâkim olmasına kezmü'l-ğayz,bu gayzı tutan insana kâzımîne'l-ğayz derler.İnsanın kızgınlığını tutabilmesi, insanın duygusunda fren olması, güzel bir şey.

Nihayet, sevginin karşıtı bir kelime olarak düşmanlık etmek mânasına adâvet kelimesi vardır,Düşmanlık edene adüvv derler, çoğulu a'dâ gelir.İşte böyle kelimelerle bu konu Kur'ân-ı Kerîm'de, hadîs-i şerîfte, İslâmî edebiyatta geçer.

Bu gönlün, kalbin meylinin mahiyetini tahlil ettiğimiz, "İnsanın gönlünün bir şeye akması,bir şeyi beğenmesi, ondan lezzet alması nereden çıkıyor, nereden doğuyor?" diyesevginin felsefesini yaptığımız zaman görüyoruz ki sevginin iki kaynağı var:

  1. İnsanoğlu tam olan, kâmil olan, eksiksiz olan şeyi seviyor.

Bir şeye baktı da onda eksik görmedi mi, tam gördü mü, "Tam istediğim gibi;hiç eksiği yok, kusuru yok." diye seviyor, tamlığı seviyor.Bunun Arapça'sı kemâl'dir. İnsanoğlu kemâli seviyor, olgunluğu seviyor, tamlığı seviyor.

  1. Bir de cemâl'i seviyor. Cemâl, güzellik demek.
Sevgi dediğimiz şey cemâli ve kemâli sevmekten, ona meyilden hâsıl oluyor.Bazı şeyler, kendisi kâmil olduğundan veya cemîl olduğundan, güzel olduğundan sevilir.Başka bir izahı yoktur. Mesela "şu rengi seviyorum, şu çiçeği seviyorum, şu manzarayı sevdim" gibi.

Böyle sevilen mahbublara, hiç başka bir sebep aranmadan,sırf kendisinden dolayı sevilen sevgililere mahbûbün li-aynihî denilir.

Bir de bazı şeyler insana bazı şeyleri kazandırır. Mesela insanoğlu kendisini seviyor.İnsanoğlunda kendisini sevmek, korumak, hayatını devam ettirmek, kendisini savunmak içgüdüsü var.Kendi varlığını seviyor ve korumaya çalışıyor.Yaratılışı itibariyle, Allah onun içine bu duyguyu koymuş.İnsan; kendisine faydası dokunan, menfaatine olan şeyi sever. Bir de menfaatten kaynaklanıyor.Bir şeyden menfaatlendiği için insan onu seviyor. Mesela gıda, hava, su gibi şeyleri sever.Malı sever, parayı sever.Halbuki doktorlar; "Paranın üstünde ne kadar mikrop var,o mikropları görsen eline almak istemezsin." diyorlar. Ama parayı seviyor.Çünkü bir şeyleri kazanmasına, sevdiği başka şeyleri elde etmesine sebep olacaktır.

İşte böyle, başka bir sebepten, faydası olduğu için menfaatten dolayı olansevgiye de mahbûbün li-ğayrihî derler.Yani bizzat kendisi sevimsiz bile olsa, başka sebepten seviliyor.Çünkü onunla başka sevilen şeyler elde ediliyor.

el-İnsânü abîdü'l-ihsân. "İnsan, ihsânın kölesidir."

İyilik yapanı sever.Bir insan seni sevmiyor, aranızda bir soğukluk var; bürûdet var, buzlar var, karlı dağlar var.

Çare ne?

Hediye vermek.

Tehâdev tehâbbû. "Hediyeleşin, birbirinizi seversiniz." buyuruyor Peygamber Efendimiz.

İslâm'ın yapısı içinde sevginin çok yeri vardır.Makbul olan sevgiler vardır, makbul olmayan sevgiler vardır.Şöyle ilk tanıdığımız sevgiden itibaren sıralamaya başlayayım:

Sevgiyi ilk önce annemizden öğreniriz; annemizin sıcak bağrından, yumuşak göğsünden tadarız.Önce annemizi severiz. Anne baba sevgisi çok makbul bir sevgidir.Allah'ın tavsiye ettiği, teşvik ettiği, sevap verdiği, razı olduğu bir sevgidir.

Makbul sevgilerden birisi de eş sevgisidir.Erkekse hanımını sevmesi, hanımsa beyini sevmesi makbul bir sevgidir.Belki salondaki bazı dinleyicilerimiz şaşıracak. Çok makbul bir sevgidir, sevaplı bir sevgidir. Allah'ın teşvik ettiği, Resûlullah'ın tavsiye buyurduğu bir sevgidir.

Hanımı için, çoluk çocuğu için çalışan bir baba, Allah yolunda cihad eden insan gibidir.Hac yapan, umre yapan, gazâ yapan insan gibidir. Hadîs-i şerîfte öyle bildiriliyor.

Makbul, sevaplı ve kârlı olan sevgilerden hatırlatmam gerekenönemlilerinden birisi de İslâm'da arkadaş sevgisidir.Din yolunda Allah rızası için arkadaşlık etmek, birisiyle ahbap olmak.Buna el-hubbu fillâh, el-uhuvvetü fillâh derler."Allah rızası için arkadaş olmak kardeş olmak, Allah rızası için sevmek" derler.En sevaplı ibadetlerden biridir.Yalnızca seviyorsun; bir şey harcamıyorsun, zaman vermiyorsun, bir iş yapmıyorsun, yorulmuyorsun;bir tek arkadaş olduğun için sevap kazanıyorsun. O kadar sevaplı bir iştir.Müjdeli hadîs-i şerîflerden bir tanesini okuyayım:

Men ahabba ehan li'l-lâhi fi'l-lâh."Kim Allah için, Allah yolunda, bir Müslümanı kardeş edinir, severse."Kâle innî uhibbuke li'l-lâh." 'Ben seni Allah için seviyorum Başka bir şey için değil;para pul, menfaat için değil de ben seni Allah için seviyorum.' derse;"Fe-kad ehabbehu'l-lâh. "Allah da onu sever."Fe-dehalâ cemîâni'l-cenneh. İkisi birden cennete girer."

Hem seven hem sevilen, hem bu kardeş hem o kardeş; ikisi birden cennete girer.

Tarikatın, tasavvufun vücudunun, varlığının sebeplerinden birisi budur.Bundan bu kazancı elde etmek.

Allah yolunda birbirini sevenler, mahşer gününde izdihama, sıkışıklığa düşmeyecekler.Hani orada izdiham olacakmış ya.Herkes sırılsıklam terleyecekmiş; ter kimisinin dizine, kimisinin boynuna,kimisinin ağzına, kulağı hizasına gelecekmiş. Ter, sıkışıklık, izdiham, sıcak, hararet.İşte o günde birbirini Allah için seven insanlar, Arş-ı Âlâ'nın gölgesinde gölgelenecekler.Mahşer halkı onları aşağıdan yıldızları seyreder gibi seyredecekler.Peygamber Efendimiz böyle anlatınca demişler ki:

"Yâ Resûlallah! O Arş'ın gölgesinde gölgelenenler peygamberler mi, şehitler mi?"

"Hayır!"

Hümü'l-mütehâbbûne fillâh. "Onlar birbirleriyle Allah için muhabbet eden âhiret kardeşleridir.Birbirlerini Allah için seviyorlar."

Siz birbirinizi neden seviyorsunuz?

Çünkü biz de birbirimizi Allah için seviyoruz, kardeşiz.

Bu da makbul sevgilerden biri. Tabi bu, sıradan Müslümanların birbiriyle arkadaş olması.Daha önce söylemem gereken bir şey vardı: İyi kulları sevmek.Mürşid-i kâmilleri, ulemâ-i âmilîni, evliyâullah ve sâlihîni, hayır hasenât sahiplerini sevmek.Şehitleri, gazileri sevmek. Bu da makbul bir sevgi.

Fatih Sultan Muhammed Han, cennet-mekân diyoruz, seviyoruz; Peygamber Efendimiz methetmiş.Seyyid Battal Gazi diyoruz, seviyoruz, ziyaret ediyoruz.Barbaros Hayreddin Paşa diyoruz, çok seviyoruz.Ne zaman Beşiktaş'tan geçsem Fâtiha okurum, çok seviyorum. Çünkü mübarek insanlar.

Kusurlu da olsa mü'min kardeşimizi seveceğiz.Çünkü mü'min olması çok büyük bir kıymet ifade ediyor, kusuru yanında küçük kalıyor.Mü'min oldu mu iman cevherinden dolayı o insan kıymetli oluyor;kusurlu da olsa mü'mini seveceğiz. Çünkü dikensiz gül olmaz. Kurcalasan, herkesin kusuru var.Bir insan kusurlardan dolayı insanları defterden silerse dostsuz, arkadaşsız kalır.

Yârsız kalmış cihanda, ayıpsız yâr isteyen.

Kusursuz yâr olmaz, kusursuzluk Allah'a mahsus.Herkesin kusuru vardır. O halde kusuruyla sevmeye alışacağız,iyi tarafını görmeye alışacağız.

Hz. İsa (as) ashabı ile giderlerken bir köpek leşinin yanından geçmişler.Hayvan ölmüş, şişmiş, kokmuş.Herkes burnunu kapatmış; "Aman ne çirkin kokuyor!" diye başını çevirmiş, geçmiş.Hz. İsa (as) demiş ki:

"Ama dişleri nasıl bembeyaz inci gibiydi. Dikkat ettiniz mi?"

O manzarada bile güzelliği görmek. Bu bizim için bir derstir.Hakikaten her şeyin güzel tarafı da vardır, onları da görmek lazım!

Sonra günahkâr da olsa insanları sevmek.

"Hocam, sen galiba soyadının icabı coştun, biraz ileri gitmeye başladın!Günahkâr sevilir mi, günahkâra kızılmaz mı?"

Peygamber Efendimiz'in hadîs-i şerîflerinden anlıyoruz ki günaha kızılır, günahkâra acınır.

"Yazık! Bu kardeşim cehenneme düşecek, ne kadar yanlış bir iş yapıyor. Acıyorum, yazık olacak."

Günaha kızacaksın ama günahkâra acıyacaksın, kızmayacaksın.

Eğer bir insan bir günahkârı ayıplarsa kızarsa ne olur?

Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor:

İn ayyerehû übtüliye bihî. O günahı o insana işlettirir, onu mahcup eder.""Bir insan günahkârı ayıplarsa Allah döndürür, dolaştırır,Ayıpladığı kimsenin yaptığı hatayı ona yaptırtır, mahcup eder."Sen ayıplamıştın, bak kendin de nasıl yaptın?" dedirtir.O belaya, o günaha sonunda o da bulaşır. Ayıplamamak lazım!Ve in radıye bihî şârekehû."Razı olursa o zaman da o günahı işlemiş gibi günah kazanır."İşlemediği halde, burada durduğu halde, ona razı olduğundan günah kazanır.Ve ini'ğtâbehû esime. "Söylese, gıybetini yapsa, günahkâr olur.""Günah olmasın." diye gıybetini yapmayacaksın. "Başına gelmesin." diye ayıplamayacaksın."O günahın aynısı sana da yazılmasın." diye razı olmayacaksın.

Geriye ne kalıyor?

Acımak kalıyor, kurtarmak için çalışmak kalıyor.

Onun için insanları seveceğiz. Bu insanların hepsi Âdem dedemizden kardeşlerimiz; acıyacağız.

Sonra mahlukâtı sevmek. Bu da makbuldür. Bu da tavsiye ediliyor.Şefkat etmek, merhamet etmek lazım.Kadının birisi bir kediyi hapsetmiş, öldürmüş, ölümüne sebep olmuş."Avlansın, bir şeyler yakalasın, yesin de hayatını devam ettirsin." diye salıvermemiş.Kendisi de gıda vermemiş. Hapsetmiş, ölümüne sebep olmuş.Ondan dolayı cehenneme gidiyor. Demek ki mahlukâtı bile seveceğiz.

Kimi şeyhler müritlerine vazife verirlermiş:

"Şu hizmeti yaptın, aferin! Şu kadar hizmet ettin, aferin!Hadi bakalım şimdi de hastalıklı hayvanları tedavi et! Hadi bakalım uyuz hayvanlara merhem sür!Hadi bakalım kanadı kırık kuşların kanadını sar, iyi oluncaya kadar bak!" derlermiş.

Can sahibi, ruh sahibi, acıması olan her varlığa karşı da bir sevgi, şefkat, merhamet lazım.

Birisi Peygamber Efendimiz'e sordu:

"Yâ Resûlallah! Benim develerim var, kuyudan su çekiyorum, ellerim acıyor."

Devamlı çekti mi insanın elleri kızarır, su toplar, acır, çekemez olur.

"Ben çekiyorum, boşaltıyorum.Benim develerle beraber işe yaramaz, hasta, ihtiyar,ortada dolaşan develer de geliyorlar, onlar da içiyorlar." dedi. Peygamber Efendimiz;

"Olsun, onlar da içsin. Çünkü her ciğer sahibine su vermekte hayır vardır, sevap vardır." dedi

Bir işe yaramayacak hayvan, artık ihtiyarlamış, sahibi bile gözden çıkarmış,salıvermiş ama buna su içirmekte bile sevap var.

Diğer sevilen şeyler, diğer mahbuplar da var.İnsanın güzel bir zevki varsa, tabiatı güzelse -tab'ı selîm diyoruz- bazı şeyleri sever.Her duyu idrak ettiği şeyi sever. Mesela göz güzel renkleri, güzel şekilleri sever.Burun güzel kokuları sever.Peygamber Efendimiz; "Sizin dünyanızdan bana üç şey sevdirildi. Birisi güzel koku." buyuruyor.

Güzel sesleri; kuş sesini, su şırıltısını sever. "Müzik ruhun gıdasıymış" diyorlar.İnsan güzel sesleri, güzel sözleri sever.Yumuşacık şeyleri, cilâlı şeyleri, serin şeyleri, sıcak şeyleri, ipeği, kürkü sever.Olabilir, bunlar da insanın tabiatının, zevk-i selîminin, tab-'ı selîminin meyilleri.Bunlar olabilir, normal olarak sevilebilir. Ama bir ölçü dairesinde olması, aşırı olmaması lazım!

Bir Arap atasözü var:

Men lem ya'rifi'ş-şerra yaka'u fîhi. "Şerri bilmeyen içine düşer."

Şerrin ne olduğunu da bilecek ki yapmasın.Şu sevgiler tamam; arkadaşımızı, babamızı anamızı, eşimizi dostumuzu, çoluk çocuğumuzu seveceğiz.Bunlar tamam ama makbul olmayan sevgileri de öğrenelim ki yanlış bir iş yapmayalım.

Hadîs-i şerîflerde, âyet-i kerîmelerde ikaz edilen makbul olmayan sevgiler var.Birçok kimse bu sevgilere takılıyor, birçok kimse bu sevdalara düşüyor ama makbul değil.

Hubbü'd-dünyâ re'sü külli hatîetin."Dünyayı sevmek bütün kötülüklerin kaynağıdır, başıdır, esasıdır."

Tabi, dünya dediğimiz "bu yerküre" demek değildir.Yaşadığımız hayatta insanın kalbini çelen şeyler dünyadır.İnsan burasını gaye edinirse, burası için çalışırsa, sırf burayı severse öbür tarafı,"öteki dünya" dediğimiz âhireti unutursa işte bu sevgi makbul bir sevgi değildir. Âyet-i kerîme var:

Züyyine li'n-nâsi hubbü'ş-şehevâti mine'n-nisâi ve'l-benîne ve'l-kanâtîri'l-mukantaratimine'z-zehebi ve'l-fiddati ve'l-hayli'l-müsevvemeti ve'l-en'âmi ve'l-hars.Zâlike metâu'l-hayâti'd-dünyâ, vallâhu indehû hüsnü'l-meâb.

"Nefsânî arzulara, kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara,sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı.Bunlar dünya hayatının geçici nimetleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allah'ın katındadır."

Bu sayılan şeyler dünyada kalıcı şeyler, âhirete gitmeyen şeyler.İnsan malını mülkünü, parasını âhirete götüremiyor. Bunlar burada kalıcı, fânî şeyler.İnsanın asıl hedefi âhiret olmalı, bu dünyaya karşı zühd sahibi olmalı.

Zühd ne demek?

"Dünya sevgisinin insanın kalbine yerleşmemesi" demek.

"Dünya benim için önemli değil, mühim olan Allah'ın rızası.Benim için para mühim değil, mevki makam önemli değil.Günah işleyip de o parayı kazanacağıma, kazanmam daha iyi...Günah işleyip de, can yakıp da, zulmedip de o mevkiye çıkacağıma, çıkmam daha iyi." diyebilmek zühd.

Zühd, "gözünün tokluğu" demek, "dünyaya bakmaması" demek.Müslüman tok gözlü olacak. Tûl-i emel sahibi olmayacak.

Tûl-i emel kötü bir duygu ama ne olduğunu herkes çok iyi bilmiyor.Sordukça, inceledikçe o kanaate vardım.Tûl-i emel; "ölümün aniden geleceğini bilmeyip heveslerinin, arzularınınyıllara doğru yayılması, uzayıp gitmesi" demek...

"Nasılsın, ne haber, ne yapıyorsun?"

"İyiyim. Bu sene şunu yapacağım, öteki sene şunu yapacağım, üç sene sonra bunu yapacağım,beş sene sonra çocuğumu evlendireceğim, on sene sonra hacca gideceğim,15 sene sonra şunu yapacağım."

Nereden biliyorsun? O vakte kadar kalmaya senedin mi var?

Tûl-i emeli var, "yaşayacağım" sanıyor. Halbuki ölüm birden, aniden gelir; hiç belli olmaz.Ummadığın zamanda, ummadığın yerde gelir.Harıl harıl, cıvıl cıvıl yaşama faaliyeti içindeyken ansızın başına gelebilir.

İnsanın tûl-i emeli içinden çıkarması lazım. "Ölüm her an gelebilir." diye hazırlanması lazım!Bu önemli bir duygudur; iyi bir Müslüman için çok önemli bir duygudur.Tûl-i emel defterini düreceğiz, emellerimizi çok uzak tutmayacağız, müteyakkız olacağız;"ölüm her an gelebilir" diye hazırlıklı olacağız.

Başka bir hadîs-i şerîf:

Men ehabbe kavmen alâ a'mâlihim huşira yevme'l-kıyâmetimin zümretihim fe-hûsibe bi-hisâbihim ve in lem ya'mel a'mâlehüm.

Câbir (ra)'den, Hatîb-i Bağdâdî rivayet etmiş.

"Kim bir kavmi yaptığı işten dolayı severse, kıyamet gününde o kavimle beraber,onların zümresinde haşr olunur ve hesabı onların hesabına dâhil olarak görülür.Her ne kadar onların işlediği suçları işlememiş bile olsa, o da cezalandırılır."

Demek ki dikkatli olmak lazım; insanın kiminle dostluk edeceğini,kiminle düşüp kalkacağını, ahbaplık edeceğini bilmesi lazım!

Bir de bazı şeyleri aşırı, ölçüsüz, haddinden fazla sevmek; o da makbul bir şey değildir.Mesela fazla yemek; oburluk diyoruz, buna şehvetü'l-batn "midenin şehveti" derler.Mesela şehvetü'l-ferc.Mesela, hırsü'l-mâl. Herkes malı sever de ama insaf, bununki artık hırs derecesinde.İşte o makbul değil.

Mal, mül, zenginlik vesaire hepsi geçici. Yunus'un sözünü söylemeden geçemeyeceğim:

Mal sahibi, mülk sahibi,

Hani bunun ilk sahibi.

Mal da yalan mülk de yalan.

Var biraz da sen oyalan.

Ne güzel söylemiş, vaaz gibi söz. Kısaca bitiriyor:"Mal da yalan, mülk de yalan. İnanmıyorsan, var biraz da sen oyalan;sen de sonradan pişman olursun." diyor. Ölçülü olacak.

Hubb-u câh, "mevki, makam sevgisi."

İslâm'da vazife istenmez. Verilirse Allah'tan yardım istenir, yapılmaya çalışılır.

İmâm-ı Âzam Efendimiz'i kadı yapmak istediler razı olmadı, "istemem" dedi. İstenmez.

Sonra, hubb-u riyâset. "Başkanlık isteği" Hadîs-i şerîf var: Peygamber Efendimiz;

"On kişi veya daha fazla kişiye başkanlık eden her kişi -iyi insan olsun, kötü insan olsun-mahşer yerine esir gibi, suçlu gibi elleri bağlı olarak gelecek, eğer başkanlığını güzel yapmışsa,mahşer yerinde elleri çözülecek, eğer vazifesini suistimal etmiş, güzel yapmamışsa, nüfuzunu,kuvvetini, başkanlığını kötüye kullanmışsa, bağ üstüne bağ atılıp cehenneme atılacak." diyor.

Bunlar makbul olmayan sevgiler. Demek ki makbul olan sevgiler var, makbul olmayan sevgiler var.

Buraya kadar söylediğimiz misaller; herkesin arasında görülen,tabii olan olumlu ve olumsuz sevgiler. Her yerde görülüyor.Bunlar bu dünya hayatında asıl gaye değildir; bunlar fânîdir, bunlar hayaldir, bunlar boştur.Asıl sevgi aşk-ı ilâhîdir, muhabbetullahtır. Ama bunu herkes idrak edemez.Asıl sevilenin Allah olduğunu anlamak için insanın kırk fırından fazla ekmek yemesi lazım!Öyle herkes bu işi anlayamaz, söylesen de anlayamaz.Çünkü bu bir olgunluk seviyesi meselesidir, kolay değil. Bunu biraz izah edeyim:

Allâhu lâ ilâhe illâ hû, lehü'l-esmâü'l-hüsnâ. "En güzel vasıflar Allah'ındır."

Biz bir insanı, bir şeyi neden seviyoruz? Vasfı güzel olduğundan sevmiyor muyuz?

Vasıfların en güzelleri Allah'ta.Buradan, bu âyet-i kerîmeden anlaşılıyor ki, idraki olan hemen anlar ki en çok sevilmesi gerekenAllah'tır çünkü her şeyin en güzeli Allah'ta, her şeyin en güzelinin sahibi Allah'tır.

Onun için eskiler aşkı ikiye ayırmışlar:

Birisi aşk-ı hakîkî, birisi aşk-ı mecâzî.

Aşk-ı hakîkî aşkullahtır, muhabbetullahtır, hakikisi budur. Gerisi fânî olan aşklar.İnsan bir âşık oluyor da sonra pişman bile oluyor, sonra düşman bile oluyor.Sonra mahkemeye bile gidiyorlar, ayrılıyorlar.

Aşk-ı hakîkî, aşk-ı ilâhîdir.Çünkü en güzel isimler Allah'ındır, en güzel vasıflara O sahiptir, en güzel olan O'dur.Tabi, biz O'nu idrak edemeyiz.

Leyse ke-mislihî şey'ün. O'nun gibi bir şey yoktur ki benzetelim!Gül gibi desek, baklava gibi desek, kaymak gibi desek.Bunları "insanları anlatmak için" kullanıyoruz. Kız yüzün kaymak gibi.

Halk şairi öyle demiş, sevdiğinin yüzünü kaymağa benzetmiş.

"Ağzından yağ bal akıyor."

Sözünü yağa bala benzetmiş. Bu benzetme Allah'ta sökmez.O'nun gibisi yok ki, O'na benzer bir şey yok ki benzetilsin.

Felâ tadribû li'l-lâhi'l-emsâl."Kalkıp da Allah için benzetmeler yapmaya cüret etmeyin!" buyuruluyor.

Ama nereden anlarız?

Zât-ı Bârisini idrak etmek beşer için mümkün değilse de esmâsından, ef'âlinden anlarız.İşlerinden hikmetlerinden anlarız, mahlukâtından, tecelliyâtından anlarız.İşte bunlarla o güzelliği idrak etmek imkânı olur.

Her türlü güzelliği ve bütün güzelleri de yaratan O olduğu içinaslında bir güzelliği sevdiğimiz zaman O'nu seviyoruz.Bu sevgi O'na gidiyor çünkü onu yaratan O.Her türlü takdir O'na râcîdir, her şükür O'na gider, her türlü medh ü senâ O'na varır.O'nun hakkıdır çünkü her şey O'nundur.Yeri göğü ins ü cinni yaratan, ağaçları yapraklarla donatan, çimenleri çiçeklerle bezeyen;topraktan nebatı, arıdan balı, koyundan sütü çıkaran O. Her şey O'nun.

O'nun için neyi seviyorsak aslında Allah'ın bir işini seviyoruz;bir mahlukunu, bir yaratışını, bir hikmetini seviyoruz. Bütün sevgilerin toplamı hepsi O'na gider.

Gülü methettiğimiz zaman, o güzelliği Allah yaratmıştır.Bir topraktan kaç çeşit renk, kaç çeşit tat. Dünyada bu gördüğümüz güzellikleri yaratmıştır;âhirette de gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, kimsenin hatırınahayaline sığmayacak çok daha muhteşem güzellikler var.Üstelik Allahu Teâlâ hazretlerinden davet var, hepimizi cennete çağırıyor.

Bismillâhirrahmânirrahîm. Va'l-lâhu yed'û ilâ dâri's-selâm."Allahu Teâlâ hazretleri, dârüs-selâm olan cennete hepinizi davet ediyor, çağırıyor."

Vaadi haktır, vaadinden hulfü yoktur.

Bunlar söz olarak böyledir de sözün hakikatini idrak etmek, ondan duygulanmak, onu almakherkese nasip olmuyor. Herkes o aşkullaha, o muhabbetullaha erişemiyor.

Onun için büyük hocalar, mürşid-i kâmiller, şeyhler müritlerini Resûlullah'ın sünnetine uydurmaya çalışırlar, Allah'a erdirmek için onu öğretirler. Eşrefoğlu Rûmî;

"Şeyhin iki vazifesi vardır." diyor:

  1. Kullara Allah'ı sevdirmek,
  2. Allah'a kulları sevdirmek.

Kullara Allah'ı sevdirmek nasıl olacak?

Şiir okursun, ilâhi okursun; resimler çekersin, video seyrettirirsin, Allah'ın hikmetlerini, yarattığı güzellikleri gösterirsin; "Bak bu nimetleri Allah sana verdi." dersin, sever. Kullara Allah'ı sevdirmek anlatmakla, göstermekle olur.

Allah'a kulları sevdirmek kimin haddine?

Şeyhin bir vazifesi de Allah'a kulları sevdirmekmiş. Kimin haddine bu? Bunu Eşrefoğlu Rûmî söylüyor. Diyor ki; "Şeyhler bu vazifeyi, müritleri sünnet-i seniyyeye uydurarak yaparlar." Çünkü "Allah sünnete uyanları sever." diye âyet-i kerîme var. "Ey ihvanım, ey dervişlerim! Sünnete uyun." derler. Sünnete uymazsa bir şeye ulaşamayacağını anlatırlar.

Yunus erişmiş, Mevlânâ erişmiş, Eşrefoğlu Rûmî erişmiş; şiirlerinden belli.Eşrefoğlu Rûmî'ye bayılıyorum.

Ey Allahım! Beni senden ayırma.

Beni senin cemâlinden ayırma.

Balığın cânı su içre diridir.

İlâhî! Balığı gölden ayırma.

Seni sevmek benim dinim, imânım.

İlâhî! Din ü îmândan ayırma.

Eşrefoğlu senin kemter kulundur.

İlâhî! Kulunu senden ayırma.

Sevgiye bak! Sevgi kelimelerden fışkırıyor! Yunus da öyle:

Eğer beni öldüreler.

Külüm göğe savuralar.

Toprağım anda çağıra.

Bana seni gerek seni.

Yaksalar, kül etseler, havaya savursalar, tozları darmadağın olsa; tozlarının zerresi"Yâ Rabbi! Ben seni isterim!" diyecekmiş.

Yunus öldü deyu salâ verilür.

Ölen hayvan imiş, âşıklar ölmez.

Söze bak!

es-Salâtü ve's-selâmü aleyke yâ Resûlallâh!es-Salâtü ve's-selâmü aleyke yâ Habîballâh!

"Ey cemâat-i müslimîn! Hani Yunus Emre diye birisi vardı?"

İnnâ li'l-lahi ve innâ ileyhi râciûn. "Mâlumunuz olsun ki işte o öldü." derler.

"Ölen hayvan imiş, âşıklar ölmez." diyor.

Hayvan Arapça'da iki mânaya gelir, bir mânası hayat demek.Âyet-i kerîme'de:

Ve inne'd-dâre'l-âhirete lehiye'l-hayavân."Asıl hayat, âhiret yurdundaki hayattır." buyurulmuştur.

Ölen hayat imiş; "maddî hayat ölüyor, bedenin hayatı ölüyor" demek.Ama Yunus şair olduğundan, edip olduğundan işi nükteli söylüyor."Hayvansa ölür, insansa ölmez!" demek istiyor, onu da hissettiriyor. "Âşıksa, Allah'ı seviyorsa ölmez!" diyor.

Ölmüş mü Yunus?

Gönlümüzde; nâmı yaşıyor, kendi yaşıyor. Zaten ruh ölmüyor ama onu herkes anlayamıyor.Neden herkes anlayamıyor? Layık olmadığından, Allah herkese nasip etmiyor.

Şemmetün min ma'rifetullâhi hayrün mine'd-dünyâ ve mâ fîhâ."Allah bilgisi hakkında insanın birazcık bir feraseti, birazcık irfanı, iz'anı, birazcık bir sezgisi,duygusu, bir koklam mârifetullah, dünyadan ve dünyanın içindeki her şeyden daha hayırlıdır."

Muhabbetullah, mârifetullahtan doğar. Allah'ı bilince, insan onu sever."Sen ne güzelsin yâ Rabbi!" der. O zaman anlar, anladığı zaman sever.

Bak seven birisinin bir şiirini okuyayım:

Ey lütfu çok, kahrı güzel.

Lütfun da hoş kahrın da hoş.

Gelse celâlinden cefâ,

Yâhut cemâlinden vefâ,

İkisi de câna safâ,

Lütfun da hoş kahrın da hoş.

"Yâ Rabbi! Senin celâl tecellînden bana cefâ gelse, cevr ü cefâya uğrasamveyahut da senin cemâlullah tecellînden safalı, hoş, neşeli bir şey gelse;"

Hoştur bana senden gelen.

Ya gonca gül yâhut diken.

Ya hıl'at ü yâhut kefen.

Lütfun da hoş kahrın da hoş.

Sevince bak nasıl seviyor. Çünkü insan Allah'ı sevdi mi her şeyiyle seviyor da âşık oluyor.Allah bu duyguyu herkese vermiyor ancak yüksek kullara, kâmil kullara veriyor.İnsan kemâlde yükselince bu duyguyu kavrayıp yakalayıp o duygunun içine dalıyor.

Tabi, buna ermenin şartı var. Buna ermenin yolu Allah'a itaat.

Allah'a isyan ederken Allah seni sever mi?

Sevginin şartı iman! İman olmayınca, Allah vermez.Ne mârifetullahı verir, ne muhabbetullahı verir. Hepsi sahte,hepsi hayal, hepsi oyun, hepsi oyalanma!

Sonra edepten verir.İman, itaat, edep. Edepsiz olana da vermez. Biz edepsiz çocuğu sevmiyoruz ya,Allah da edepsiz kulu sevmez.

Edeb bir tâc imiş nûr-ı Hudâ'dan.

Giy ol tâcı emîn ol her belâdan.

İlim en geridedir, illâ edeb illâ edeb!

Allah sevgisine tâbî sevgiler vardır.Allah'ı seven, onun peşinden kendisini zaruri olarak bazı sevgilerin içinde bulur.Allah sevgisine kavuşan Resûlullah'ı sever. Muhabbet-i Resûlullah.Bunun hakkında âyetler hadisler o kadar çok ki artık okumaya lüzum görmüyorum.Resûlullah'ı sevmek çok önemli.

Müşrikler birisini yakaladı, çöle işkenceye götürdüler. Ellerinde kılıçlar; öldürecekler.Birisi laf olsun diye dedi ki;

"Bak, görüyor musun? Bütün bunlar o Muhammed'e inandığın için oldu.Şimdi sen ona inanmasaydın da senin yerine biz onu yakalamış olsaydık, onu öldürüyor olsaydık.Sen de çoluk çocuğunun yanında, sıcacık evinde rahat olsaydın.Bak şimdi biz seni öldürmeye götürüyoruz. Keşke o elimizde olsa sen de ailenin yanında olsaydın." dedi.

O ne dedi?

"Hayır! Vallahi, billahi, onun ayağına diken batmasına bile razı olmam!Değil o sizin elinize düşecek de siz ona işkence edeceksiniz; ona canım feda olsun." dedi.

Resûlullah Efendimiz'i öyle severlerdi. Harplerde göğüslerini oklara siper ettiler, canlarını feda ettiler.

O sevgi olması lazım!

Bir hadîs-i şerîfinde şöyle buyurmuş:

"Ah ne olaydı, kardeşlerime kavuşaydım!"

Ashâb-ı kirâmın dikkatleri açılmış, demişler ki;

"Yâ Resûlallah! Biz senin kardeşin değil miyiz?"

"Hayır, siz benim ashabımsınız.Kardeşlerim benim hayatımdan sonra ilerideki asırlarda dünyaya gelecek olan kimselerdir.Beni görmedikleri halde bana iman etmiş olan kimselerdir.Benim kardeşlerim onlardır." diye buyurdu.

O bizi asırların ötesinden seviyor,biz onu asırların ötesinden seviyoruz. Çünkü Resûlullah Allah'ın habîbi, Allah'ın peygamberi.Allah sevgisinin sonucu olarak seviyoruz.

İbn Abbas (ra)'in rivayet ettiği, Tirmizî'nin hasen dediği bir hadîs-i şerîf de şöyle:

Ehibbu'l-lâhe limâ yağzûküm bihî min-niamihî ve ehibbûnî bi-hubbi'l-lâhve ehibbû ehli beytî bi-hubbî."Allah'ın size verdiği nimetleri düşünün, Allah'ı sevin! Allah'ın sevgisinden dolayı da beni sevin!Benim aşkıma, benim sevgimden dolayı da ehl-i beytimi sevin!"

Allah'ı seven, Resûlullah'ı sever.

Bir hadîs-i şerîfte, sordular:

"Yâ Resûlallah! İman nedir? Bize bir anlatsana. Mübarek ağzından bir dinleyelim."

Kâle en yekûna'l-lâhe ve resûlühû ehabbe ileyke mimmâ sivâhümâ."İman, Allah'ın ve Resûlullah'ın sana onların dışındaki her şeyden daha sevgili olmasıdır."

İşte iman bu. "Senin Allah ve Resûlü'nü, onlardan başka her şeyden daha çok sevmen.İman bu!" dedi. Çok önemli.

Sonra, Allah'ı seven kadere rıza gösterir, kaderi sever, Hakk'a teslim olur.

Allah'ı seven, Allah'a kavuşmayı sever.Hadîs-i şerîfte şöyle buyuruluyor.

Men ehabbe likâallâh, ehabba'l-lâhu likâehûve men kerihe likâallâh, keriha'l-lâhu likâehû. "Kim Allah'a kavuşmayı severseAllah da ona kavuşmayı sever, onu sever. Kim Allah'a kavuşmaktan,O'nunla buluşmaktan hoşlanmazsa, Allah da onu görmekten, onun huzuruna gelmesinden hoşlanmaz, onu sevmez."Kişinin duygusuna göre.

Allahu Teâlâ hazretleri;

Ene inde zanne abdîbî."Ben kulumun bana olan duygularına göreyim." buyuruyor.

Men erâde en ya'leme mâ lehû inda'l-lâhi azze ve celle fe'l-yenzur mâ li'l-lâhi azze ve celle indehû."Bir insan, Allah'ın yanında mevkiinin makamının ne olduğunu merak ediyorsakendisinin yanında Allah'ın itibarının ne kadar olduğuna baksın; 'Allah'la işi ne kadar?' ona baksın;'Allah'ın kadr ü kıymeti ne kadar?' ona baksın."

Biliyorsunuz, Mevlânâ Celâleddîn-i RûmîMesnevî'sine ney'i anlatarak başlıyor.

Bişnev ez ney çün hikayet mî kuned

Ez cüdayîhâ şikâyet mî kuned.

Dinle neyden kim hikâyet eyliyor, ayrılıklardan şikâyet eyliyor. Neymiş ayrılık?

Kez neyistan tâ merâ be-borîde end

Der nefîrem merd ü zen nâlîde end.

"Beni kamışlıktan kopardıkları zamandan beri, vatanımdan ayrıldığımdan beri, o hasretten beri,her yerde insanlar benim feryadımı duydukça ağlıyor."Neyzenler; "ney çalmak" demezler, "neye üfürmek" derler. Neye üfürüldüğü zaman neyin dibinden su damlar.

Âteşest în bang nây u nîst bâd

Her ki în âteş nedâred nîst bâd.

Bu müthiş bir beyittir.

"Bu neyin sesi üfürük değildir, hava değildir; ateştir. Kimin içinde bu ateş yoksa yok olsun!"

Şunun kadar da olamadık mı? İki ucu delik, üstünde delikler olan bir küçücük kamış kadar da olamadık mı?

"Kimde onun yanıklığı yoksa yok olsun!" diyor.

Nedenmiş o yanıklığı?

Vatan-ı aslîsine hasretliğindenmiş; orayı özlüyormuş, oraya gitmek istiyormuş. İnsanoğlu da öyle olmalı;"ben Allah'ın kuluyum" diye Allah'a kavuşmayı istemeli.

Büyük bir sevgi seferberliğine kalkışmamız lazım!

Sevgiyi öğrenmemiz lazım, çoluk çocuğumuza öğretmemiz lazım!

Çoluk çocuğumuzu sevgiyle; sevgiyi bilen, sevgiden anlayan, fark eden kimseler olarak yetiştirmeliyiz.Sevgiden anlamalı!

Sevilecek şekilde çalışmamız lazım! Oturmamız, kalkmamız, konuşmamız, susmamız,çalışmamız sevilecek tarzda olmalı!

Sevilecek şekilde olmalıyız, sevilecek şekilde hareket etmeliyiz.Sevilecek tarzda söz söylemeyi öğrenmeliyiz.

Sözü güzel söylemeyi bilmek lazım, öğrenmek lazım!

Sonra, mârifetullaha, muhabbetullaha, aşkullaha erişmeye çalışmalıyız.Bu önemli bir iştir, çok önemli bir iştir. Fantezi değildir, mü'minin aksesuarı değildir;kalbin derinliğinde, ocağın içindeki ateştir. Enerjinin kaynağıdır, işin aslı esasıdır.Onu elde etmeye çalışmalıyız.

Yunus Emre gibi olmak lazım, Mevlânâ gibi olmak lazım,Eşrefoğlu Rûmî gibi olmak lazım.

Kardeşler olarak birbirimizi tanımalıyız, sevmeliyiz;birbirimizle yakınlaşmalıyız, kaynaşmalıyız, yardımlaşmalıyız.

Ve bu ulvî gayeler için teşkilatlanmalıyız.

Sevgi teşkilatı olmalı!


*Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan’ın (rh.a) 15.03.1997 tarihli, Almanya, Münih Şehrinde yaptığı konuşmasından derlenmiştir.

Makale “Sevgi ve Kardeşlik” Prof. Dr. M. Es'ad Coşan (Rh.a.)