Bir Öğüt-Bir Şiir: Neyi, Kimi Sevmeli?*

En iyi ve en güzel olan ise bütün güzelliklerin sahibi, yaratıcısı, mûcidi, mübdii olan zât-ı akdes, yani Hz. Allah’tır. Bu dünyada gözün gördüğü, gönüllerin sevdiği her güzel şey, O’nun buluşu, O’nun icadıdır. O, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, kimsenin akl u hayalinden geçmedik asıl büyük güzellikleri ise âhiret âlemine saklamıştır. İnsanoğlu güzelliğin ne demek olduğunu O, Zülcemâl velkemâl hazretleri, firdevs-i âlâ’da, bahtiyar kullarına cemalinin nikabını açtığı dem anlayacak, asıl kusursuz lezzeti, o ekmel cemali müşahede ettiği zaman tanıyacaktır.

Yazının diğer dillerdeki çevirileri

Professor Dr. M. Es’ad Coşan (Rh.a)
Sevmek, insanoğluna bahşedilen duyguların en hoşudur. İç ve dış dünyamız sevgi ile renklenir, canlanır ve mânalanır. Allah’ın bu güzel nimetinden mahrum olanların ise yüzleri asık, kaşları çatık ve gönülleri karanlıktır. Böyleleri, etrafını kırar geçirir, dilleriyle, halleriyle herkesi incitirler. Sevme duygusu gelişmemek, sevmeyi bilmemek, mahrumiyetlerin en büyüğüdür.

Vücudun gelişmesi, gürbüzleşmesi için iyi ve kuvvetli gıdalar almaya çalışır, iştah şurupları içer, vitamin hapları kullanırız. Beden zindeliği için temiz hava ve güneş arar, tatillere çıkar, çeşitli sporlar yaparız. Bunlar kadar hatta –çok daha mühim sonuçlar vereceğinden– bunlardan da fazla, mânevî yönümüzün gelişme, güçlenme çarelerini araştırmalı, devalarını bulup kullanmalıyız. Ruhun sıhhati, huzur ve sükûnu konusunda ise en başta gelen deva, hiç şüphesiz “sevmek”tir. Sevme duygumuzu geliştirmek için çok çalışmak, gayret ve emek harcamak zorundayız. Zira dünya saadeti ve âhiret selameti, büyük ölçüde bu duyguya sahip olmakla ele geçer.

Daha çocukluk çağından itibaren ana, kardeş, oyuncak, kuş çiçek... sevgisi gibi meşru ve masum sevgilerle, bu melekeyi uyandırmak, beslemek ve geliştirmek şarttır. Bu sevgi eğitimi, bilgiden, ilimden de önce gelir ve çok daha hayırlı sonuçlar verir. Çünkü salt bilgi sadece gurura düşürür ve insanı hodfürûş eder. Bu yüzden Fuzûlî;

Aşk imiş her ne var âlemde,

İlim bir kıyl ü kâl imiş ancak.1

diyor. Maarif sistemimiz bu gerçeğe göre tanzim edilmediğinden günümüzün gençliği huysuz, haşin, kırıcı ve yıkıcı olmaktadır. Çünkü onlara mekteplerimizde sevgi değil, inat, isyan, kin, bencillik, ucub ve gurur gibi çarpık ve sakat duygular verildi. Sinemada, radyoda, televizyonda, gazete ve dergilerde dövüşmek, devinmek, yıkmak, karşı gelmek ve düşman olmak telkin edildi.

Sevginin her çeşidi kabule şayan mıdır? Şüphesiz ki değil! Hiç kimse içki, kumar sevgisinin, gayrimeşru alakaların, para, mevki, koltuk... sevgisinin, kendini beğenmişliğin ve bunlara benzer sakîm temayüllerin iyi olduğunu iddia edemez. O halde, sevme duygusunun da kontrol edilmesi, güzel ve meşru olan şeylere yöneltilmesi gerekiyor, demektir. Bu takdirde karşımıza şu soru çıkıyor: Acaba neyi ve kimi sevmeli?

Bir halk türküsü, “Seversen bir güzel sev, çekme çirkin derdini” der. O halde iyi ve güzel olanı aramalı, bulmalı ve onu sevmeliyiz.

En iyi ve en güzel olan ise bütün güzelliklerin sahibi, yaratıcısı, mûcidi, mübdii olan zât-ı akdes, yani Hz. Allah’tır. Bu dünyada gözün gördüğü, gönüllerin sevdiği her güzel şey, O’nun buluşu, O’nun icadıdır. O, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, kimsenin akl u hayalinden geçmedik asıl büyük güzellikleri ise âhiret âlemine saklamıştır. İnsanoğlu güzelliğin ne demek olduğunu O, Zülcemâl velkemâl hazretleri, firdevs-i âlâ’da, bahtiyar kullarına cemalinin nikabını açtığı dem anlayacak, asıl kusursuz lezzeti, o ekmel cemali müşahede ettiği zaman tanıyacaktır.

Yüksek gönüller işte bu demin hayalinden, O yüce zâtın eşsiz cemalinden mest ve müstağraktırlar. Asıl sevgi budur. Bütün diğer sevgiler ise ya sevgi duygusunun gelişmesi için bir egzersiz ya da aslî sevgiye götüren yolda bir merhaledir. Tasavvuf büyükleri aslî sevgiye “aşk-ı hakikî”, beşerî temayüllere ise “aşk-ı mecâzî” derler. Yunus Emre’yi edebiyatımızın en büyük şairi yapan işte bu ilâhî aşktır. Mevlânâ Celaleddîn’in coşkunluğu bu sevgidendir. Fuzûlî bu cins sevgiyle mertebe bulmuş, bu yüzden de;

Aşk derdiyle hoşem, el çek ilacımdan tabîb!

Kılma dermân kim helâkim zehr-i dermânımdadır.2

demiştir. Eşrefoğlu aynı sebepten;

Seni sevmek benim dînim imanım

İlahi, dîn ü îmândan ayırma.3

diye söylemiştir.

Ne mutlu bu gerçek sevgiye erebilen ve asıl sevileceği bulabilene!

Sevgili okuyucu! Sen de bu sevgiyi ara ve bul. Çünkü Allah’a giden yollar, mahlûkâtın nefesleri adedincedir. Ve bu yolların en kestirmesi sevgi, aşk ve mahabbetullah yoludur.

İçsen bu sudan, bir daha, dostum; susamazsın... Bir hâl gelir... ağlayamazsın, susamazsın!4

Erzurumlu İbrahim Hakkı’dan:

Ne devlettir ki dildârım Sen oldun,

Enîs ü mûnis ü yârım Sen oldun.

Dil-i pür-derdimin dermânı Sen’sin,

Şifâ-yı cân-ı bîmârım Sen oldun.

Bana hasm olsa âlem halkı gam yok...

Ne korku! Çün nigeh-dârım Sen oldun.

Safâlar, ger cefâlar bulsa cânım,

Refîk-ı cümle atvârım Sen oldun.

Sana dîl vermişem ey cân-ı âlem!

Ezelden çünki dîldârım Sen oldun.

Desem ism-i şerîfin, yâ demesem,

Dilimde cümle güftârım Sen oldun.

Sana tâzim eden dillerde Hakkî,

Der: İnkârım yok, ikrârım Sen oldun.5


İdeal Yol (Başmakaleler-4), İstanbul, Server İletişim, 2016, s. 159-162

1 Karahan, Fuzûlî, s. 300.

Fuzûlî Divanı Şerhi, I, 304.

3 Eşrefoğlu Rûmî Dîvânı, s. 374.

4 Arif Nihat Asya, Bütün Eserleri Şiirler: 1, s. 218.

5 Erzurumlu İbrahim Hakkı, Dîvân, s. 342.

Makale “Bir Öğüt-Bir Şiir: Neyi, Kimi Sevmeli?*” Prof. Dr. M. Es'ad Coşan (Rh.a.)