Adaletin Önemi*

İnsanın kendisini aşması, kendisinin aleyhinde karar verebilmesi, başka bir kültürde görülmüş bir olay değil. Hâkim kendi kendisini mahkûm edecek, başka bir kültürde olacak bir şey değil. İsterse kendinizin aleyhinde olsun, isterse anne babalarınızın aleyhinde olsun. Anne babasını mahkûm edecek bir hâkim, akrabasını mahkûm edecek bir hâkim, bir adelet mensubu uygulayıcısı olabilmek bize, bizim kültürümüze mahsus bir şereftir, bizim kültürümüzde görülebilen bir şereftir.

Yazının diğer dillerdeki çevirileri

Prof. Dr. M. Es’ad Coşan (Rh.a)

Hukuk dalını, çok önemli bir dal olarak görüyorum. Dinî kültürümden dolayı bu sonuca zihniyetim beni götürmüş bulunuyor. Çünkü bizde “el-adlü esâsü'l-mülk” denmiştir. El-adl, adalet; esas, temel; mülk ise "egemenlik" demek; "meliklik, mâlik olmak, bir toplumun yönetimine sahip olmak" demek. Egemenliğin, hâkimiyetin, idareye sahip olmanın temeli adalettir, dinimiz böyle buyuruyor. İki âyet-i kerîmede1 özellikle müslümanların kendilerinin aleyhinde bile olsa, anne ve babasının ve yakınlarının bile aleyhinde olsa, adaletten ayrılmamaları tavsiye buyuruluyor.

İnsanın kendisini aşması, kendisinin aleyhinde karar verebilmesi, başka bir kültürde görülmüş bir olay değil. Hâkim kendi kendisini mahkûm edecek, başka bir kültürde olacak bir şey değil. İsterse kendinizin aleyhinde olsun, isterse anne babalarınızın aleyhinde olsun. Anne babasını mahkûm edecek bir hâkim, akrabasını mahkûm edecek bir hâkim, bir adelet mensubu uygulayıcısı olabilmek bize, bizim kültürümüze mahsus bir şereftir, bizim kültürümüzde görülebilen bir şereftir.

Kadı Hızır Çelebi'nin de, Fatih Sultan Mehmed'i mahkûm ettiğini biliyorsunuz. İstanbul'u fetheden Fatih Sultan Mehmed ile İstanbul'un mağlubu, eski sahibi olan ahaliden Rum bir mimar davalı ve davacı oluyor ve Kadı Efendi, Fatih Sultan Mehmed cennet mekânı mahkûm ediyor. Gerçekten bu kadar soylu, bu kadar cesur kararlar veren, sevdiği ve bağlı olduğu bir hükümdarı mahkûm edebilen hukukçular yaşamış mıdır? Belki yaşamışsa onlar da yine ilahî bir dinden feyz almış, Allah huzurunda hesap vereceğini bilen insanlardır, ancak öyle olabilir. İhtimal olarak varsa, olmuşsa o da âhirete inanan, âhiretteki mahkeme-i kübrâya inanan, din gününün mâliki Allah'ın huzuruna varacağını bilen insanlardan çıkabilir.

Bizim dinimizde çok net olarak görüldüğü üzere "toplum hayatının temeli adalet" diye bildiriliyor ve Peygamber (sas) Efendimiz'in hayatından başlayarak, haklı düşman bile olsa, hakkı teslim edilmesi ve hukuka riayet edilmesinin şahaser örnekleri veriliyor.

Mekke-i Mükerreme'nin fethi sırasında, Kâbe-i Müşerrefe'nin anahtarı bir ailenin elindeydi ve o aile anahtarı vermek istemedi. "Kimseye vermiyorum, ben senin Peygamber olduğuna inanmıyorum." deyince Hz. Ali de zor kullandı ve anahtarı aldı; Kâbe'nin kapısını açıp namaz kıldılar. Ondan sonra âyet-i kerîme indi. Peygamber Efendimiz'in amcası, "Bu Kâbe'nin anahtarını taşıma vazifesini bana lütfetseniz, bende olsa." diye Peygaber Efendimiz'den istedi. Bu görevin kendi ailesine intikalini istedi, âyet-i kerîme indi. "Allah emanetleri ehillerine vermenizi ve hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emrediyor." âyet-i kerîmesi indi. Onun üzerine Peygamber Efendimiz Hz. Ali'ye buyurdu ki, "Al bu anahtarı götür, o anahtarı vermek istemeyen ve senin de zorla, zorbalıkla elinden anahtarı aldığın adama götür geri ver." diye hükmetti. Kendi amcasına anahtarı vermedi. Adam anahtarı tekrar karşısında görünce şaşırdı, dedi hayrola bu ne? Ben her ne kadar sen haksızlık yapıyorsun, Peygamber olduğu halde Hz. Peygamber'in Peygamberliğini kabul etmiyorsun diye seni adam yerine saymadım. Ve ben galibim, Mekke'yi fethetmişim anahtarı elinden aldım. -Galibin normal olarak devletler arasında bile herhalde hukuku böyledir.- Ama şimdi Allah, madem bu ailenin eskiden beri hakkıymış, hakkın hak sahibine verilmesini emretti. Onun için anahtarı sana veriyorum deyince adam, bu adaletli ve Allah ne emrederse onu yapmak, aleyhinde bile olsa, pekala deyip de özür dileyip dönebilmek ahlâk seviyesini gösteren bu dinin hak din olduğunu anladı, Peygamber Efendimiz'e inandı, müslüman oldu ve müslümanların safına girdi.

Fatih ordular, fütühat yapacak ordular Rumeli'de ilerlerken, kaçan ahalinin bağlarından geçerken üzüm koparmışsa parasını dalına bağlamıştır ve hak sahibine hakkını vermiştir. Böyle olduğu müddetçe de Allah'tan bunun mükâfatını görmüştür.

Peygamber Efendimiz diyor ki; "Biz iş isteyene iş vermeyiz, talip olana vermeyiz, istediğimize veririz." Geliyor birisi memuriyet istiyor, "Biz isteyene değil istediğimize veririz." buyuruyor. Adaletin sarsıldığı, tayinlerin adam kayırma yoluyla yapıldığı zamanlarda artık cemiyet yozlaşmaya başlamıştır, çökmeye başamıştır. Demek ki insanların toplumların başarısı, yükselmesi, Allah indinde makbul kul olması, Allah'ın lütfuna ermesi, mükâfatına mazhar olması, teyidine mazhar olması, adaletledir. Allah'ın tevfikinin insandan çekilmesi, başının belalara girmesi, burnun yerlerde sürtmesi adaletsizliktendir. O bakımdan hayatınız boyunca daima Allah'ın rızasını gözetmenizi, her hükmünüzde Allah razı olur mu diye düşünüp hükmünüzü ona göre vermenizi temenni ediyorum. Aleyhinize de olsa, hayatınıza mal olacak dahi olsa, haktan ayrılmamanızı temenni ediyorum.

Türkiye'de laik bir hukuk okuyorsunuz. Mevlânâ Celaleddini Rûmî diyor ki; Şuz nihânî hikmeti Yunâniyân Hikmeti imâniyân ra bemidân. "Madem ki yunan felsefesini okudun İslâm felsefesini de oku, iman felsefesini de oku." Aristoyu, Eflatun'u, Platon'u vesaireyi, madem onları adam sanarak okudun, imanlıları da oku, tek taraflı olma demek istiyor. Demek ki sizin de mesleğiniz dolayısıyla İslâm hukukunu öğrenmeniz lazım. Maalesef İslâm hukuku Türkiye'de üvey evlat muamelesi görür, görmektedir.

İslâm hukuku büyük bir hukuktur. Başlı başına bir hukuk sistemidir, incelenmeye değer bir hukuk sistemidir. Batıda bile bunların kürsüleri vardır ama Türkiye'de özellikle yok edilmiştir, kaldırılmıştır. Onun için siz İslâm hukukunu da çok sağlam bir şekilde okumak zorundasınız. Hukuk prensiplerini, İslâm hukukunun ana prensiplerini çok iyi öğrenmek zorundasınız. Literatürünü ve terminolojisini öğrenmek zorundasınız. Nasıl Latince birçok kelimeyi öğrendiyseniz, Roma hukukunu zorunlu bir ders olarak nasıl size okuttularsa ve kelimeleri ezberlediyseniz, az çok İtalyan gibi Latince bilecek hâle geldiyseniz, ondan daha fazla İslâm hukukunu severek öğrenmek, çalışmak zorundasınız.

Bir Amerikalı profesör diyor ki; Ben size, sizin kültürünüzden çok büyük dahîler yetişmiştir, onları incelemenizi tavsiye ediyorum. Harika, şaheser zekâlar yetişmiştir, onları tanıyın, onları okuyun, inceleyin, size tavsiye ederim diyor. Kendisi, "Bende şu sıra İmam Şatibî'yi okuyorum." diyor. Bilmiyorum İmam Şatibî'yi içinizde bilenler var mı? Şimdi el-Muvâfakât diye kitabı neşredildi. Endülüs'te yetişmiş büyük bir alim. Hukuk usulüne dair bilgiler veriyor ve çok orijinal bir şahsiyet. Demek ki İslâm hukukunu size öğretmediler, siz öğrenmek zorundasınız. Kötülediler o kötülemenin, karalamanın bulutları arkasından onu pırıl pırıl güzelliğini arayıp bulmak, o prensipleri anlamak ve hazmetmek zorundasınız.


*Merhum Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan’ın 19.06.1992 tarihinde hukuk tahsil eden öğrencilere yapılmış konferansından derlenmiştir.

1. Yazıda belirtilen ayetlerin mealleri aşağıdadır:

  • Ey iman edenler! Kendinizin, ana babanızın veya akrabalarınızın aleyhine olsa bile, adaleti titizlikle ayakta tutan ve sırf Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Nisa 135)
  • (Birileri hakkında) söz söylediğiniz zaman, akrabanız da olsa adaleti gözetin (taraf tutmayın). (En’am 152)
Makale “Adaletin Önemi*” Prof. Dr. M. Es'ad Coşan (Rh.a.)